Uzun zamandır adet
edindiği üzere yolu yine evinin arkasında kalan çocuksuz, ıssız oyun parkına
düşmüştü. Canı sıkıldıkça sokakları arşınlardı. Karanlık, izbe yollarda
kendisini korku değil, sükunet sobelerdi. Nitekim kaybedecek pek bir şeyi
kalmayan insan korkuyla ahbaplık etmeye de evzinirdi. Hal böyleyken el ayak
çekildiğinde gölgeli koridorların ucundaki bu oyun parkı el değmemiş, unutulmuş
bir cennet bahçesinde düşen çocukların acılarına kayıtsız bir kucağa dönüşürdü.
Kendisini ezberlediği adımlarını atarken yine tam aynı noktada, bu bahçenin
sınırlarını çeken çiçeklerin arasında buldu. Plastik, terk edilmiş oyuncaklara
baktı. Eski demir kaydırakları, salıncakları, çocukların mutlu fakat değersiz
olduğu zamanlara gömüp, hassasiyetle yetişen mutsuz fakat iş gücü niteliğinde
değer kazandıklarından iyi bakılması gereken çocuklara plastik oyuncakları
sunmuşlardı. Onunla buraya son geldiğinde de metal oyuncakları izleyerek, fakat
birbirlerinin gözlerini mümkün olduğunca seyrek, kontol edilemeyecek kadar
derin görmeye çalışarak oturmuşlardı. O zamanlar saçlarının kokusu yanındakinin
burnunun direğini sızlatır, kendi kalbi bir yukarı bir aşağı tahtarevalliye
işini öğretmeyi görev bilerek atardı. Onun elleriyse, kokusunun izinde
saçlarından aşağı kaymak ister, sıcaktan kızmış metal yakacakmış gibi
korktuğundan dokunamazdı bile. Şimdiyse oturduğu banktan zihnine anlarca his
çağrıştıran plastikleri yalnız başına izlemekle yetiniyordu. Bu saatte
kendisinden başka kimse gelmezdi buraya, bu yüzden karşı bankın hemen arkasında
yükselen ağacın yanı başındaki sokak lambasının ışığıyla körebe oynayan
yapraklarının gizlediği silüet hemen dikkatini çekmişti. Bankta oturmuş, usulca
dünyada yapacak daha iyi hiçbir işi yokmuş gibi ayaklarını izleyen bu insanın
kendine gölgelerden yonttuğu maskeyi midesi kasılarak, parmakları titremekten
sigarasını ağzına götürecek yolu bulamayarak incelemeye başladı. Rastgele biri
olabilirdi. Rastgele biri olması onu daha önemsiz yapar mı? Bu saatte karşılıklı
iki banka oturmuş, aralarında plastik zaman öldürücülerden başka bir şey
olmayan iki kişi birbirini fark edebilir mi? Aynı şeyleri kelimeler havada
kaybolmaksızın birbirlerine anlatabilir mi? Yapraklar kımıldayıp yüzüne biraz
daha ışık vurduğunda bir anlığına onu daha net seçecek gibi oldu. Bir kadına
benzemiyor diye düşündü. Bir kadın neye benzer? Kendisi de hiç bir kadına, en
azından arkadaşlarının, ailesinin görmek istediği bir kadına benzemiyordu.
Onları umursayacak yerleri ağrıyordu çok şükür. Babasını da profesör cübbesini
eğri taşıyor diye almak istememişlerdi akademi dünyasına. Babası bu işe hiç
bozulmamıştı. Bir inşaat işçisine daha çok benzediğini söylediklerinde en
azından kumaş değil yük taşımasını becerebildiğimden adam yerine koyuyorlar demiş,
gurur duymuştu bu yorumlarla. Bakışların altında ezilmektense, irisinden
parlayan ışıkla böylece gurur duymayı öğrenmişti babasından. Ne var ki şimdi
on, on beş adım ilerisindeki silüeti gözleriyle parça pinçik etmekten kendini
alamıyordu. Fikir sahibi olmak için ona cinsiyet giydirmeliydi, kıyafetlerine
göre onu sosyal kazıklardan birine oturtmalıydı ya, oturtamıyordu işte. Karaltı
kıpırdadığında yüzünü bir an tanıyacak gibi olup heyecanlandı. Bu sefer
gözlerinin eli boş dönmemişti. Sokak lambası silüetin ellerini ele vermişti.
Uçları yıpranmış deri ceketinin örttüğü bileklerinin ucunda beş oluğa ayrılan
kan,et ve kemik yığınına odaklandı. Ellerini birbirine sürterek ısınmaya
çalışıyordu. Kalındı parmaklar, beyazdı eller ve karanlıktı vücudu. Yukarıdan görebilmeyi,
dokunmayı isterdi. Cesaretine ket vuran neydi? Biraz daha dikkatli bakınca sağ
elinin yüzük parmağına odaklandı. Diğerlerinden daha önce akmayı bırakan bu
kalın oluk, ilk bakışta farkedilmese de, belirgin şekilde kısaydı aslında. Bu
yüzük parmağı yetti binlerce fotoğraf karesinin gözlerinin önüne hücum
etmesine. Kim olduğunu anlamıştı. Buraya asla geri dönmeyeceğini sanıyordu. Ne
işi vardı şimdi? Neden bu gece, bunca zaman sonra? Bizi fark etti mi? Başını
hala kaldırmamıştı. Fakat oturduğu uer daha aydınlıkta kalıyordu karşsındakine
göre. Boyun kaslarının tek bir hareketi kendisini ifşa etmeye yetecekti. Hala
buraya ara sıra uğradığını anlayacaktı. Kaçamadı. Donup kalmıştı. Giderdi
gitmesine ama burada onu bulmuşken bir sigara içimlik anı daha paylaşası vardı.
Düşünmeden, düşünerek. Hesaplamadan, sonucunu bilerek. Onu en son gecenin
geçici körlüğünde göğsünde yatarken bir anda kalkıp tek kelime söylemesine
fırsat vermeden kapıyı arkasından mühürleyip kaçtığında görmüştü. Soru
sormasına bile izni yoktu. Çocuklar oyunlarında acımasızdır. Ruhunu almış,
koynuna koymuş, kurallar onun olmuştu ve saklambacına kapılıp ortadan
kaybolmuştu. Bir kerecik daha görebilmeyi ne kadar çok dilemişti! Şimdi
karşısındaydı, hayaletlerden korkabilirdi, yaşayanların yadigarı anıları
olmasaydı. İçinden kalkıp yanına gitmek geldi, hesap sormak, mutsuzluğa rağmen
hala onunla oyun arkadaşı olabileceğine inandırmak geçti içinden. Geçti.
Durulunca yapacak başka bir şey kalmadığından bir sigara daha yaktı. Silüet de
karşısında hareketlenmişti. Cebinden bir paket çıkardı. O da yakacaktı demek
birtane. Karanlığa yüklediği onca mananın küle dönüşene kadar beyninde ip
atlamasına müsaade ediyordu. Karşılıklı sadece sigaranın ucunun kızıl ışıltısı
arada bir varlığını ve zamanın akışkanlığını hatırlatmasıyla bozulan bir
durağanlıkla oturdular. Birinin gözleri diğerini bulmak için her köşeye
bakıyor, öteki hayatı buna bağlıymış gibi asla izin vermiyordu. Dudaklarına
aynı anda izmaritler değiyor, nefesler aynı anda çekiliyor, zehir aynı anda
önce ciğerlerine doluyor sonra havaya karışıyordu, yalnız birinin içine nüfuz
ediyordu. Birdenbire irkildi. Tek nefeslik kalmıştı sigaraları. Bitince bu anı
asla geri getiremeyecekti. Sefil hayatına geri dönecekti. Karşısındaki kimbilir
hangi hüsran köşede sallanıp bir ileri bir geri asla yanına kimseyi almaya
müsaade etmeden bir bir vücuttan hız alıp bir diğerine tekme atarak
yaşlanacaktı, bir başına. Yalnızca bu an vardı ellerinde. Son nefes için
dudaklarıyla izmariti nemlendirirken bir zamanlar nasıl onun dudaklarını da
nemlendirdiğini anımsadı. Yeniden duyumsamış olacak sımsıkı kenetleyip
hırsından bir damla kan akıtacak kadar ısırdı dudaklarını. Hala bakmıyordu
kendisine. Belki fark etmişti de, bilerek bakmıyordu. Tam onun yapacağı bir
bencillik! Bir an her şeyini feda edebileceğini söylerken, inandırırken diğer
an insan yerine koymadan bakışlarını dahi esirgemek! Lanet okuyarak hırsla
kalktı yerinden. Bu son an hep beklediği kapanış olmuştu işte. Hızla ivme alıp
kaydırağın aşağısında geriye yalnızca midenin üstünde bir yerde ciğerleri
sıkıştıran anlık heyecanın hatırası. Hepsi bu. İsim, şehir, hayvan oynarken son
sütunun boş kalışı gibi manasız, adı sanı konulmamış yersiz yurtsuz bir son!
Sinirinden veyahut soğuktan titreyen vücuduyla titremesinin bu anı nasıl
sahnelediğine hayran olup bundan zevk duyarak ayağa kalktı ve tek bir an daha
harcamadan gerisin geri evin yolunu tutmaya karar verdi.
Parkın sağ tarafındaki
çöplükte ekmeğini arayan evsiz barksız insanların yaşı tayin edilemeyen
yorgunluğunda kendisini izleyen ve gecenin bu saati morarmış elleriyle arka
arkaya yaktığı sigaralarla kendini yavaş yavaş öldürmeye kararlı bu kadının boş
bir bankın varlığının tüm anlamı buna bağlıymış gibi izlemesine anlam
veremediğini tam da bu öfkeli rolü yüzünden farkedemedi. Ölümün bu kadar kolay
geldiği bir dünyada böyle şımarık insanlara neden bir türlü gelmediğini
haykıran küfürlerini de hiç duymadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder