17 Kasım 2014 Pazartesi

Melekle ilk karşılaşma

Tetiğini göğe doğrultan adam, kendi beynine kurşunun tecavüz edişini hissetmeden önce ateş etmenin nasıl bir duygu olduğunu deneyimlemek istedi. Bu halde kemikten farksız kollarını havaya kaldırdığında ayakları da toprağın içindeyken bir ağaçtan farksız, meyvesi de elindeki hayat çalacak şekilde eğrilmiş metal obje. Topraktan aldığını toprağa veriyor. Böyle öğrenmiş. Uzatmanın anı ne kadar bayağılaştıracağını düşündü yazar. Adamın bu acısına bir nokta koymaya karar verdi. Böylesine anları uzatmanın klişeleşmiş bir teknik olduğunun farkında. İnandırıcılıktan yoksun, samimiyetten. Derin bir iç çekip yaşamasının gerçekten bir anlamı olmadığına son kez kanaat getirdikten sonra son eylemi olacak tetiği basmak için işaret parmağını kendine doğru yavaşça çekti. Yankılanarak büyüyen patlama sesini kimse işitmedi. Adam kendisinden başka bu sesi duyan olmadıktan sonra gerçekten bu sesin bir anlamı olup olmadığını düşündü. Hep düşünür. Manasızca ama mantık sınırları içerisinde. Sesin içine işlemesi için biraz bekledi.
“Demek böyle duyulacak. Öldüğümü gören kimse olmayınca, varlığıma ne olacak?”
daha fazla düşünmek onu iyice çıldırttı –artık dahası nasıl mümkünse – ve sinir harbiyle beraber tetiği bu kez kendi kafasına yöneltti. İşaret parmağı bir kez daha gerildi.
Bu noktada herkes bu adamı kurtarmamı bekliyor. En azından yaşamı seven herkes. Bense ölmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bir ilk olur. Zaman akışıyla oynanmamış bir baş karakterin hikayenin en başında ölmesi. En azından farklı. Fakat farklılık çoğu zaman reddedilir. O halde şimdilik nefes almaya devam etsin.
Gerilen parmağı tetiğin üzerindeki baskıyı arttırıp minicik kurşunumuzu beyimizin beynindeki yolculuğuna çıkarmadan tam olarak bir salise önce, gökteki kurşun büyük bir gürültüyle sahibine geri döndü. Üstelik bir meleğin içinde.
Ayaklarının dibine düşen, ve şimdi artık üstü başı kan ve toprak içindeki rengi olmayan varlığa gözleri boyoz gibi bakakaldı beyimiz. Böylesi anlarda mucizeler bekleyen bir insan olmadığından mantıkla açıklamaya çalıştığı bu olayda bu varlık ancak bir paraşütçü olabilirdi. Şansına isabet ettirmişti demek. Bir de katil artık. Harika. Hadi ama böylesine bencil olma orada öylece yatıyor ve sen kendini düşünüyorsun. Herkes her zaman kendini düşünür. İstisnasız.
Silahını yere atarak meleğin üzerine kapanan adam onu kucağına yatırdı ve tam olarak ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Bu noktada bu kurşun en arabesk aşk hikayelerinde olduğu üzere meleğimizin kalbinden geçmeliydi. Ancak geçmiyor ve bu bir aşk hikayesi değil. Karakterimiz de bir melek ve bu onun ismi değil. Lütfen.
Yıldırım hızıyla topraktan tozları kaldırarak yere düşen bu meleğin öldüğünü düşündü adam. Fakat ölmesi için önce yaşaması gerekiyor. Gerekiyor mu? İncelemeye devam ettiğinde kurşunun alnının tam ortasında, iki kaşının ortasında bir yerden geçtiğini gördü adam. Mermerimsi yüzü toprak içindeydi ve kılcal damarları mermere uygun şekilde mor, kırmızı, pembe hatlarla yüzünü kaplıyordu. Meleklerin güzel olduğunu insanların nereden çıkardığını merak etti. Şu an tam anlamıyla çirkin bir şey bu.
Melek kucağında yatarken adam kendi hayatını kurtaranın şans mı kader mi olduğundan emin değildi. Evrenin çalışma şeklini çözebilen olmamasına  rağmen çözdüğünü iddia edenler bir hayli çok olduğundan ne düşüneceğine karar veremiyordu. Ancak şu an hayattaydı ve canı sıkılmıyordu.
Biraz daha nefes almak istiyor,  ve öyleyse tam da bu yüzden izin vermeyeceğiz, ama alabileceğini düşünsün şimdilik.
Melek kucağında huzurlu huzurlu yatıyordu ki birdenbire göz kapakları, saydam gözlerini ortaya çıkararak açıldı. “Ananı sikeyim noluyo!”
Cümleyi beklemeyen okuyucu küfrü biraz sert buluyor. Fakat normal tepkileri yansıtabilmek adına ataerkil bir küfrü yazmanın uygunsuz olmayacağına karar veriyoruz.
“Seni gerizekalı naptığını zannediyorsun!” diye kucağından birden fırlıyor meleğimiz adamın. Büyümeye başlıyor gözleri önünde, daha hiddetli bir sesi var artık; “Sen benim ne olduğumu biliyor musun!” Korkması gereken adamın şaşkınlıkla kendisini izlediğini farkeden melek bu işte bir tuhaflık olduğunu hissediyor. “Neden öyle bakıyorsun? Genellikle türünüz ben bu görüntüde ve seste iletişim kurduğumda kaçar ve ekmeğini faldan çıkarmaya başlar.” Büyüyerek ve sesi kalınlaşarak adama fırça attığını düşünen meleğin karşıda hiçbir tepki yaratmadığını farketmesi zaman alıyor. Çünkü adamın tek gördüğü kendi boylarında berduş kılıklı melek bozuntusu ve çıkardığı ses de bir kız çocuğundan farksız.
İki kaşının ortasını ovalamaya başlayan melek sivilce sıkar gibi kurşunu oradan çıkarıyor. “Zaten bende azıcık akıl olsa en başından isyan ederdim.” Kendinden daha üstün olduğunu düşünen bir varlığın karşısında kendini ispatlama gereğini neden duyduğunu düşünen meleğimiz bunun ancak bir insanın hissedebileceği bir duygu olduğuna kanaat getirerek “işte şimdi sıçtık” bakışıyla yere oturuyor. Bir kere göğü kaybettiğine göre artık toprakla idare etmesi gerektiğini anlayınca da ağlamaya başlıyor. Adam hala elinde silah, şimdi artık dizlerinin önüne çökmüş meleği irdelemeye çalışıyor.
Burada yanlış anlaşılabilecek anların en güzeli yaşanırken yani hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir adamın dizlerinin dibine çömelmiş insan bozuntusuna doğrulttuğu silahı gören herkesin vereceği tepkiyi verecek bir insan lazım aslında şimdi. Fakat sıradışılaştırmaya uğraştığımız hikayemizin buna ihtiyacı yok. Meleğimiz de bunun farkında.
Meleğimiz, yüzünden toprağı, kiri ve bir yandan gözyaşlarını silmeye uğraşırken ansızın adama bir çelme atıyor ve yere düşürüyor. Neye uğradığını şaşıran adamın elinden düşen silah artık meleğin elinde. “Keşke yaşamana izin verebilseydim. Ancak yazarımız bunu  istemediğini açıkça belirtti. Onu dinlemek zorunda olduğumdan falan değil ama şimdi sen artık sırf başkalarına anlatabileceğin bir şey oldu diye yaşamak isteyeceksin, ben de buna izin veremem. Anlatmam deme hiç, sizin türünüze inanılmayacağını yaklaşık 100 milyon yıldır yukarıdan tecrübe ediyorum.”

Artık beklediğimiz an geldi. Melek adamımızın esasında başladığı işi bitirmek için hamle yapıyor. En başında ölmek isteyen adamın neden yeniden yaşama dönmek istediği bir merak konusu. Herhalde ego, can alma kudretini yalnızca kendine tanıdığından olsa gerek, içgüdü diye aklamaya çalıştığımız yaşama dürtüsüne kuvvet veriyor. Ne yazık ki, meleği durdurabilecek kadar hızlı değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder