Kocaman bir şaka olmayı kaldıramazdım,
seni eğlendirdiğimi gördüğüm güne kadar.
Çürüyecek kadar hayatta kalmayı başaramamış herkesin ardından iyi insandı denir.
Aramızdan hep iyiler mi ayrılır, kaybolunca mı iyileşirler?
Şeytan devriminde başarılı olsa tanrı olur muydu?
Ömrümde hiçbir şeye bağlanmadım.
ne anama ne babama ne toprağıma.
Fakat kilden bozma ormana dönme bir ömür biçtim senden kendime.
Yüzün anam, babam, toprağım.
Henüz ben aşkı tanımıyorken,
yalnızca bedenlere sıfatlar takarken,
sevgilim diyecek kimse yokken bile
şiirler yazdığım adamsın.
Buram buram değer
sizlikten kokuşmuşum.
Hep size akar hayat yine de istemezsiniz.
Bense bir damla için günlerce yalvarırım.
Bir karadelik beni yine içine çekiyor.
Kanımdan olan her şey beni zehirliyor.
Ses tellerimi ancak hıçkırıklarım çalıyor.
Mutlu satırları öğrencilerime havale ediyorum.
Umudu onlara devlet aracılığıyla satıyorum.
Ben ne işe yarıyorum?
Beckett görse suratıma tükürürdü, ben yine yazıyorum, Beckett şükür!
Lanetli olduğunu yinelemek yeniden üretirmiş gerçekliğimi.
Şans diye bildiklerimizden yalanlıklar biçmedik mi?
Pişmanlık.
Bir ağır kadife elbise gibi pişmanlık.
Kessem, eskiciye versem, yaksam külleri havaya karışıp yine de yok olmayacak gibi.
Pişmanlık.
Sorularla geçen ömrümde cevabı hep bildim.
Hiç cesaretim olmadı.
Sonra yanılsamaların içinde kabullendim yaşamayı.
Birbirine bakan iki aynanın sonsuzluğunda gördüm seni.
Kendimi de hemen karşında buldum.
Bulmak, arınmak.
Arınmak, dünyaya evcilleşmek,
topluma yabanileşmek.
Bir karadelik beni yine geri kusuyor.
Bu sefer yalnız değilim.
Hali hazırda binlerce kelimeyi yutmuş bir elektronik mezarlığa ben de kendiminkileri gömüyorum. Değil mi ki hatırlanmak hayatta kalmaktır, ruhları okundukça huzur bulacağım.
11 Kasım 2015 Çarşamba
Olgun
Ben olgun bir kadınım.
Dağ gibi üç yaşında bir varlığım.
Kıvırcık saçlarım rüzgara aşıktır,
en çok da şeytan arabalarına meraklıyım.
Damarlarımdaki kan kiraz olduğu kadar eriktir.
Bazen pencereden kaçmaya sabırsızlanan bir sigara dumanıyım.
Bazen hiçbir maddenin yok olamayacağına hakim bir bilgeyim.
Coşunca şiirler yazmaya heveslenirim,
fakat, bunlar eğlenceli ilk satırlarım.
Mutlulukta yeniyim.
Çift bedende yek ruhum.
Aynı anda kendimin hem annesi hem babasıyım.
Hem kızıyım, hem oğluyum.
Doğdum ama uzun süre yaşamadım.
Ölmedim ama cennetime kavuştum.
Dağ gibi üç yaşında bir varlığım.
Kıvırcık saçlarım rüzgara aşıktır,
en çok da şeytan arabalarına meraklıyım.
Damarlarımdaki kan kiraz olduğu kadar eriktir.
Bazen pencereden kaçmaya sabırsızlanan bir sigara dumanıyım.
Bazen hiçbir maddenin yok olamayacağına hakim bir bilgeyim.
Coşunca şiirler yazmaya heveslenirim,
fakat, bunlar eğlenceli ilk satırlarım.
Mutlulukta yeniyim.
Çift bedende yek ruhum.
Aynı anda kendimin hem annesi hem babasıyım.
Hem kızıyım, hem oğluyum.
Doğdum ama uzun süre yaşamadım.
Ölmedim ama cennetime kavuştum.
Bir Nokta
Bir nokta kirletir.
Ağaçlar kültür kesilir.
Sözü artık kuşlar değil, ekranlar taşır.
Ne yapalım?
benlik unutulduğu yerde
bulunur.
Tablolar kitaplaşır, kitaplar tablolaşır.
Yazar çizer, çizer yazar.
Aydınlık karanlığın makyajını yapar.
Biz noktalaşırız, kainat bizleşir.
Kağıda dokunur, kaleme aşık oluruz.
En bilge melek isyan eder,
son ile sonsuzluğa kavuşuruz.
Zaman ölür, biz nefes alırız,
bir'in canı kirlenmek istediğinde...
Ağaçlar kültür kesilir.
Sözü artık kuşlar değil, ekranlar taşır.
Ne yapalım?
benlik unutulduğu yerde
bulunur.
Tablolar kitaplaşır, kitaplar tablolaşır.
Yazar çizer, çizer yazar.
Aydınlık karanlığın makyajını yapar.
Biz noktalaşırız, kainat bizleşir.
Kağıda dokunur, kaleme aşık oluruz.
En bilge melek isyan eder,
son ile sonsuzluğa kavuşuruz.
Zaman ölür, biz nefes alırız,
bir'in canı kirlenmek istediğinde...
23 Eylül 2015 Çarşamba
Koridorlar - Taslak
B
İ
L
İ
N
C
İ
M
İ
Z
İn koridorlarında dolanıyoruz.
Dümdüz gibi görünen bir yol ama,
bak yedinciye aynı köşeye çıkıyoruz.
Halkalarca dönüyoruz.
Bir ısırık daha al etimden,
çabuk ol yepyeni bir perspektife evriliyoruz.
Soğan halkalarından şehir yapmışlar,
Evren gözlerinde dalgalanıyor.
Evrende karelerin var olduğunu mu sandınız?
Sen benim hücrelerime doğru yola çıkan ışık mısın?
Ellerimiz kitlenmiş,
aklımızı yitirirken kendimizi buluyoruz.
Beynimiz merceklerimizi sihirli aynalarla değiştirmiş.
Yüzün genç, yüzün yaşlı, yüzün bir anda yüzyıllar.
Dalgalanıyoruz.
- Canım, mola anı.
Ufacık mantık tanelerine tutunuyoruz.
Eve gitmek zorundayız.
Ev nerede?
Bambaşka bir alemde ait hissederken kendimize gördüklerimize inanmamayı bellettik.
Dön bir koridor daha geliyor.
Sağımda solumda, altımda ve üstümde özün var.
Çimler soluk alıyor.
Ben soluğumu senin aracılığınla alıyorum.
Derimin altında yüzen harfler görüyoruz.
Yalnız, başımıza yaptığımız bir yolculuk bu.
Dikkat et bu köşede gökyüzü mora boyanıyor.
Bakışlarım bulutlarda kelimelerini görüyorum.
Ağzından menekşeler yayılıyor.
En karanlık yerlerinde aydınlığımı buluyorum.
Uzantım oluyorsun.
Şimdi yürüyoruz.
Hızlı. Hızlı. Daha hızlı.
- Mola anı geldi, dinle beni.
Duymamıza gerek yok ki.
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yer burası.
Nitekim özümüz birbirinden ayrı değil.
Toprak olduk bir anda, hava ve su ve ateş.
Hepsini aynı anda, her şeyle aynı anda soluk alarak aktık.
Sokaklarca aktık.
Dalga dalga renkler, yüzümüzü aydınlattı.
Bizim yüzümüz.
Bizim elimiz.
Gözlerine bakınca bizimle aynı araca binmişleri tanıdık.
Yolculuğumuz aynı ve fakat ne kadar farklı.
Alice’i anlıyorum.
Van gogh’u anlıyorum.
Hepiniz delirmişsiniz, ben akıllanıyorum.
Nevrotik seğirmelerle kendime kendimi hatırlatıyorum.
Kendim sen, kendim ben, ve kendim biz.
Bir devrim olacak.
Ben başlatacağım.
Öncelikle kendimi devireceğim.
Benliğimi baştan başa harabeler içinde bırakacağım.
Gerçekliğimi reddedeceğim.
Acımı yürüyüşlere saklamayacağım.
Çocuğuna ağlarken şehidine gülmeyeceğim.
Marjinal renklerle saçlarımı değil ruhumu boyayacağım.
Kelimelerimi, efendilerimi, arzularımı yazarken zorlandığımı itiraf edeceğim.
İnkar edeceğim.
Gerçekliğimi, doğruluğumu, insanlığımı vuracağım.
Öğrendiğim ne varsa kanlı bir meydana çevireceğim.
Bir devrim oldu.
Başlattı.
Hiçbir şey yemeden, içmeden, koklamadan, tüttürmeden,
zehirlenmeden arındı.
Bir tavşanın kemirmelerini hissetti.
Bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu gördü.
Çoklar içiçe geçti, ikiler tekilliğe soyundu, noktalar daireliğe.
Hepimize karşı ikimiz tek ulan!
Koştular, koştular, koştular.
Titreye titreye hayatına notlar aldılar.
Yalanlarını, yanlışlarını, yanılgılarını, yanmalarını, yalnızlığını doğurdular.
Doğurduklarını sokaklara saldılar.
Artık hiçbir şey bağımsız değildi.
Artık hiç kimse bağımlı değildi.
Cüceler devleştiler. Yaşlılar çocuklaştılar.
Dün, yarın oldu, bu an, dün.
Ne yazık ki bu sipere ihtiyacı olanların göz çukurları boş.
Ne yazık ki ekranlara çiziktirilen bu zamanlarda,
Ancak bir ey (lem) sel devrimler şekli mümkün.
Ne yazık, diğerlerine, onların da çok umru.
Ne güzel, şans tamamen tabutuna sarılmadan anlam var oldu.
Var olmak, devrimin ta kendisi.
İ
L
İ
N
C
İ
M
İ
Z
İn koridorlarında dolanıyoruz.
Dümdüz gibi görünen bir yol ama,
bak yedinciye aynı köşeye çıkıyoruz.
Halkalarca dönüyoruz.
Bir ısırık daha al etimden,
çabuk ol yepyeni bir perspektife evriliyoruz.
Soğan halkalarından şehir yapmışlar,
Evren gözlerinde dalgalanıyor.
Evrende karelerin var olduğunu mu sandınız?
Sen benim hücrelerime doğru yola çıkan ışık mısın?
Ellerimiz kitlenmiş,
aklımızı yitirirken kendimizi buluyoruz.
Beynimiz merceklerimizi sihirli aynalarla değiştirmiş.
Yüzün genç, yüzün yaşlı, yüzün bir anda yüzyıllar.
Dalgalanıyoruz.
- Canım, mola anı.
Ufacık mantık tanelerine tutunuyoruz.
Eve gitmek zorundayız.
Ev nerede?
Bambaşka bir alemde ait hissederken kendimize gördüklerimize inanmamayı bellettik.
Dön bir koridor daha geliyor.
Sağımda solumda, altımda ve üstümde özün var.
Çimler soluk alıyor.
Ben soluğumu senin aracılığınla alıyorum.
Derimin altında yüzen harfler görüyoruz.
Yalnız, başımıza yaptığımız bir yolculuk bu.
Dikkat et bu köşede gökyüzü mora boyanıyor.
Bakışlarım bulutlarda kelimelerini görüyorum.
Ağzından menekşeler yayılıyor.
En karanlık yerlerinde aydınlığımı buluyorum.
Uzantım oluyorsun.
Şimdi yürüyoruz.
Hızlı. Hızlı. Daha hızlı.
- Mola anı geldi, dinle beni.
Duymamıza gerek yok ki.
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yer burası.
Nitekim özümüz birbirinden ayrı değil.
Toprak olduk bir anda, hava ve su ve ateş.
Hepsini aynı anda, her şeyle aynı anda soluk alarak aktık.
Sokaklarca aktık.
Dalga dalga renkler, yüzümüzü aydınlattı.
Bizim yüzümüz.
Bizim elimiz.
Gözlerine bakınca bizimle aynı araca binmişleri tanıdık.
Yolculuğumuz aynı ve fakat ne kadar farklı.
Alice’i anlıyorum.
Van gogh’u anlıyorum.
Hepiniz delirmişsiniz, ben akıllanıyorum.
Nevrotik seğirmelerle kendime kendimi hatırlatıyorum.
Kendim sen, kendim ben, ve kendim biz.
Bir devrim olacak.
Ben başlatacağım.
Öncelikle kendimi devireceğim.
Benliğimi baştan başa harabeler içinde bırakacağım.
Gerçekliğimi reddedeceğim.
Acımı yürüyüşlere saklamayacağım.
Çocuğuna ağlarken şehidine gülmeyeceğim.
Marjinal renklerle saçlarımı değil ruhumu boyayacağım.
Kelimelerimi, efendilerimi, arzularımı yazarken zorlandığımı itiraf edeceğim.
İnkar edeceğim.
Gerçekliğimi, doğruluğumu, insanlığımı vuracağım.
Öğrendiğim ne varsa kanlı bir meydana çevireceğim.
Bir devrim oldu.
Başlattı.
Hiçbir şey yemeden, içmeden, koklamadan, tüttürmeden,
zehirlenmeden arındı.
Bir tavşanın kemirmelerini hissetti.
Bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu gördü.
Çoklar içiçe geçti, ikiler tekilliğe soyundu, noktalar daireliğe.
Hepimize karşı ikimiz tek ulan!
Koştular, koştular, koştular.
Titreye titreye hayatına notlar aldılar.
Yalanlarını, yanlışlarını, yanılgılarını, yanmalarını, yalnızlığını doğurdular.
Doğurduklarını sokaklara saldılar.
Artık hiçbir şey bağımsız değildi.
Artık hiç kimse bağımlı değildi.
Cüceler devleştiler. Yaşlılar çocuklaştılar.
Dün, yarın oldu, bu an, dün.
Ne yazık ki bu sipere ihtiyacı olanların göz çukurları boş.
Ne yazık ki ekranlara çiziktirilen bu zamanlarda,
Ancak bir ey (lem) sel devrimler şekli mümkün.
Ne yazık, diğerlerine, onların da çok umru.
Ne güzel, şans tamamen tabutuna sarılmadan anlam var oldu.
Var olmak, devrimin ta kendisi.
13 Temmuz 2015 Pazartesi
mekanlar, insanlar
Mekanlar insanlarla var olur.
Ben seninle mekanlar üstü bir devir yaratırım.
Sen benimle hayaller,
ben seninle ihtimaller,
biz, onlarsız bir sınırsızlık yaratabiliriz.
Bir ihtimal onu anımsar, küfredersin.
Ben anları geri getiremem.
Mutlu bir gün batımına boğulmamak için,
gülümsemeyi deneyebilirim.
İnsanlar zamanla yok olur.
Ben seninle bedenlerin üzerinde bir alem düşleyebilirim.
Uykunun en tatlı yerinde seni izlerken,
sana kızmayı elimden kor bir demir parçası atar gibi bırakabilirim.
Seni bittikçe ters dönen bir kum saatinin içine hapsedebilirim.
Anılarını bana göm gerekirse,
ben sana yenilerini de doğururum.
Ne mekan, ne zaman, ne insan.
Ben ruhunla var olurum.
Hüznünle tarumar olurum.
Ama olurum.
Konuşmadan,
görmeden,
dokunmadan,
duymadan ve koklamadan,
var olurum.
Ben seninle mekanlar üstü bir devir yaratırım.
Sen benimle hayaller,
ben seninle ihtimaller,
biz, onlarsız bir sınırsızlık yaratabiliriz.
Bir ihtimal onu anımsar, küfredersin.
Ben anları geri getiremem.
Mutlu bir gün batımına boğulmamak için,
gülümsemeyi deneyebilirim.
İnsanlar zamanla yok olur.
Ben seninle bedenlerin üzerinde bir alem düşleyebilirim.
Uykunun en tatlı yerinde seni izlerken,
sana kızmayı elimden kor bir demir parçası atar gibi bırakabilirim.
Seni bittikçe ters dönen bir kum saatinin içine hapsedebilirim.
Anılarını bana göm gerekirse,
ben sana yenilerini de doğururum.
Ne mekan, ne zaman, ne insan.
Ben ruhunla var olurum.
Hüznünle tarumar olurum.
Ama olurum.
Konuşmadan,
görmeden,
dokunmadan,
duymadan ve koklamadan,
var olurum.
Orkidem, kaktüsüm ve ben.
Bir sahradır içim.
Yirmi dört senedir avare gezer dururdum.
Gündüzleri cayır cayırdım,
geceleri kanım kumdan fırtınalarıma karışırdı.
Seraptan su umma derdi küreği kısa,
ben de üstada uymuştum.
Ufuk çizgimi sınırlarım bilip,
döne döne kavrulmuştum.
Maziden bir hatt-ı istivâ çekmişim kendime,
püripak bir orkidenin açabileceğini unutmuşum.
Bir uyandım ki yirmibeşime,
bir garip saksı çiçeği dolanmış eteklerime.
Ne arasın kayaların perişan olduğu yerde böylesi güzellik?
Nasıl kavgama karışmasın?
Susuzluğa alışıp da vazgeçtiğim sudan ona bulayım diye,
yeniden yola koyuldum.
Derviş olsam bir bakışta anlardım.
Berduşluğumdan alacakaranlığa kaldı umudum.
Gözlerim belli belirsiz seçti,
çenesinin toprağına serili dikenleri.
Bir bitki ki sanırsın devran donsa o akar,
durduğu yerde tek başına güneşe meydan okur,
olur da dünya duruyorum dese kendini yakar da durmaz.
Varsın batsın parmaklarıma iğneleri,
ben kendime yoldaş bulmuşum.
Akacaksa boğazımdan sudan gayrı bir damla,
viran yalnızlığımdan kurtaran zehrinden olsun.
Hem orkidemi de dikerim yardığım göğsüme,
canım yaşatır belki onu daha bir kaç sene.
Eğilip dokundum dudaklarımla,
durması kafiydi ya ben karşılığını da aldım.
İlk alnıma değdi damlalar.
Sonra ellerime, sonra bütün bedenime.
Sol elimin altında kaktüsüm,
semadan sağ elimden süzülenle beslenir oldu.
Tanrı misafirimi yaşatacağım diye,
Yaşam suyuma vakıf oldum.
O gün bu gündür bir vahayız.
Orkidem, kaktüsüm ve ben.
Yirmi dört senedir avare gezer dururdum.
Gündüzleri cayır cayırdım,
geceleri kanım kumdan fırtınalarıma karışırdı.
Seraptan su umma derdi küreği kısa,
ben de üstada uymuştum.
Ufuk çizgimi sınırlarım bilip,
döne döne kavrulmuştum.
Maziden bir hatt-ı istivâ çekmişim kendime,
püripak bir orkidenin açabileceğini unutmuşum.
Bir uyandım ki yirmibeşime,
bir garip saksı çiçeği dolanmış eteklerime.
Ne arasın kayaların perişan olduğu yerde böylesi güzellik?
Nasıl kavgama karışmasın?
Susuzluğa alışıp da vazgeçtiğim sudan ona bulayım diye,
yeniden yola koyuldum.
Derviş olsam bir bakışta anlardım.
Berduşluğumdan alacakaranlığa kaldı umudum.
Gözlerim belli belirsiz seçti,
çenesinin toprağına serili dikenleri.
Bir bitki ki sanırsın devran donsa o akar,
durduğu yerde tek başına güneşe meydan okur,
olur da dünya duruyorum dese kendini yakar da durmaz.
Varsın batsın parmaklarıma iğneleri,
ben kendime yoldaş bulmuşum.
Akacaksa boğazımdan sudan gayrı bir damla,
viran yalnızlığımdan kurtaran zehrinden olsun.
Hem orkidemi de dikerim yardığım göğsüme,
canım yaşatır belki onu daha bir kaç sene.
Eğilip dokundum dudaklarımla,
durması kafiydi ya ben karşılığını da aldım.
İlk alnıma değdi damlalar.
Sonra ellerime, sonra bütün bedenime.
Sol elimin altında kaktüsüm,
semadan sağ elimden süzülenle beslenir oldu.
Tanrı misafirimi yaşatacağım diye,
Yaşam suyuma vakıf oldum.
O gün bu gündür bir vahayız.
Orkidem, kaktüsüm ve ben.
"Bir tereddütün" şiiri.
Ben ne mal olduğumu biliyorum.
Bırak da seni uzaktan izleyeyim.
Gözlerimi her kapattığımda koynundan ayrılmayayım da,
açtığım an asla etine iğnelerim değmesin.
Bırak gülüşün beni tatmin etmeye yetsin.
Akşama kadar sesine doyamadığımla kalayım da,
nefesin zehrimden etkilenmesin.
İste,
sen yine benim can özümü iste.
İste,
sen yine topuklarında uyanayım.
Lakin, uzanıp da parmağının ucuyla dokunma soğuğuma,
üşümeyesin.
Arabeskin dibine çakılmaktan vurgun yemiş bir şair bozuntusuyum.
Anlıyor musun?
Bak gör seni nelerden esirgiyorum.
Mutluluğu sana çok gördüğümden değil,
içinde benim de olduğum bir güzelliğe ikimiz diyemeyecek kadar
seni tanrılaştırıyorum.
Elimde değil,
kanatırım seni.
Bak benim derime, hep çelikten dokumuşlar.
Sen kanat,
sen beni yine kanat,
ama çirkefim üstüne sıçramasın.
Kimseye gitmemek için bunca uğraşmadım,
sen de soruyorsun,
niye?
Bana kızıyorsun.
Biliyorum.
Bilmek çare değil, canımın parçası.
Beni bir gün bilmeme ihtimaline
ben gecelerdir küfrediyorum.
Bırak da seni uzaktan izleyeyim.
Gözlerimi her kapattığımda koynundan ayrılmayayım da,
açtığım an asla etine iğnelerim değmesin.
Bırak gülüşün beni tatmin etmeye yetsin.
Akşama kadar sesine doyamadığımla kalayım da,
nefesin zehrimden etkilenmesin.
İste,
sen yine benim can özümü iste.
İste,
sen yine topuklarında uyanayım.
Lakin, uzanıp da parmağının ucuyla dokunma soğuğuma,
üşümeyesin.
Arabeskin dibine çakılmaktan vurgun yemiş bir şair bozuntusuyum.
Anlıyor musun?
Bak gör seni nelerden esirgiyorum.
Mutluluğu sana çok gördüğümden değil,
içinde benim de olduğum bir güzelliğe ikimiz diyemeyecek kadar
seni tanrılaştırıyorum.
Elimde değil,
kanatırım seni.
Bak benim derime, hep çelikten dokumuşlar.
Sen kanat,
sen beni yine kanat,
ama çirkefim üstüne sıçramasın.
Kimseye gitmemek için bunca uğraşmadım,
sen de soruyorsun,
niye?
Bana kızıyorsun.
Biliyorum.
Bilmek çare değil, canımın parçası.
Beni bir gün bilmeme ihtimaline
ben gecelerdir küfrediyorum.
8 Haziran 2015 Pazartesi
Saklambaç
En geç saatlerde
saklambaç oynayan fikirler,
hangi koyunlarda avunur?
hangi koyunlarda avunur?
Ebesiyle güneş kaçmışken
teşriki mesai edenler,
küçük dillerini yutar,
bellerini kıvıra kıvıra duvarlara yansıttıkları gölgelerine hayran kalırlar.
Dillerini kıvırıp da tek kelimeyi yerinden oynatamazlar.
bellerini kıvıra kıvıra duvarlara yansıttıkları gölgelerine hayran kalırlar.
Dillerini kıvırıp da tek kelimeyi yerinden oynatamazlar.
Tam o zaman gecenin küçük
alevlerini bulutlar saklar,
damlasa ağlayacak ama şeytanlar sobeler,
midesine ışıktan kramplar girer,
rüyasını kim bilir kime satacak.
damlasa ağlayacak ama şeytanlar sobeler,
midesine ışıktan kramplar girer,
rüyasını kim bilir kime satacak.
Alıp götürür, satamadan
getirir.
Günahlarını her gece ipe dizer.
Günahlarını her gece ipe dizer.
Sabaha kadar kurusun diye
boşuna bekler.
Arayandan kaçar, bulunsun diye umut eder.
Arayandan kaçar, bulunsun diye umut eder.
Yorgunluktan sızar.
Küçük kıyametten medet umar.
Kabusları hep yüzüstü bırakır.
Avunsun diye oyunlara sığınır.
Küçük kıyametten medet umar.
Kabusları hep yüzüstü bırakır.
Avunsun diye oyunlara sığınır.
Her güneş battığında,
kuralları kendi koyar,
kendi bozar.
Askerlerini tek tek sıraya dizer.
Korkudan bozma yenilgiler yaratır.
Askerlerini tek tek sıraya dizer.
Korkudan bozma yenilgiler yaratır.
Bile bile felçli ruhunu
meydana sürer.
Doktoruna cepheyi yasaklar.
Yüzü suyu hürmetine dünyaları yakar,
gözlerine değince donakalır.
Doktoruna cepheyi yasaklar.
Yüzü suyu hürmetine dünyaları yakar,
gözlerine değince donakalır.
Böyle böyle aklını üç
başlı bir köpeğe yedirir.
İtin sahibine celladı olsun diye rüşvet dahi verir.
İtin sahibine celladı olsun diye rüşvet dahi verir.
On dört kat ötede bir
hayali mekanı uzaktan izler.
Layık olmadığını kendine ezberlettiğinden çukuruna hayran olur.
Layık olmadığını kendine ezberlettiğinden çukuruna hayran olur.
Bundan olsa olsa
karanlığın mihmandarı olur.
Sen
kaç kendini kurtar.3 Haziran 2015 Çarşamba
Serseri Mayın
Paçavradan bozma kıyafetleriyle
alımlı bir orospu palas pandıras bir serseriyi izlemekte,
gözlerinin nesnesine nasıl kıyamaz?
Kıyar. Hem de canına.
Kendisiyle beraber Alsancağın sularında
pişmanlıklarını vaftiz eder mi?
Etmez.
Daha önce gözbebeğinin nesnesi,
kardeşinin nefsinden geçtiyse eğer.
Kaybeder.
Gözlerinin ateşini bin ağaca bölmüşse
kazanılan deneyimleri artık silemez.
Silemez mi?
Hem de öyle bir unutur ki,
orospuluk mesleğini politikacılardan daha güzel icra eder.
Ona dokunmak razı olmaktır.
Ona dokunmak tabutları hatırlamaktır.
Memento Amare!
Mori.
Aklın yaşadıklarını bir türlü kesemiyorsa,
Latince kesitler oku.
Belki meşru zeminler kandan karolarla örülüdür.
Mor,
ancak onun tenine yakışır, kanına değil.
Asaleti çok önce gömmüş, belli.
En azından izleri gerçekliği hatırlatır.
Fakat hangisini?
İzleri mi? İzinsiz geçtiğin sınırları mı?
En azından yabancılaşan kelimeler ifadeleri hep yumuşatır.
Mayınlar birer birer patlar, serseri sonunda ayaklarına kapanır.
Biri eğilip diğerinin kulağına fısıldar:
"işte şimdi boku yedin."
alımlı bir orospu palas pandıras bir serseriyi izlemekte,
gözlerinin nesnesine nasıl kıyamaz?
Kıyar. Hem de canına.
Kendisiyle beraber Alsancağın sularında
pişmanlıklarını vaftiz eder mi?
Etmez.
Daha önce gözbebeğinin nesnesi,
kardeşinin nefsinden geçtiyse eğer.
Kaybeder.
Gözlerinin ateşini bin ağaca bölmüşse
kazanılan deneyimleri artık silemez.
Silemez mi?
Hem de öyle bir unutur ki,
orospuluk mesleğini politikacılardan daha güzel icra eder.
Ona dokunmak razı olmaktır.
Ona dokunmak tabutları hatırlamaktır.
Memento Amare!
Mori.
Aklın yaşadıklarını bir türlü kesemiyorsa,
Latince kesitler oku.
Belki meşru zeminler kandan karolarla örülüdür.
Mor,
ancak onun tenine yakışır, kanına değil.
Asaleti çok önce gömmüş, belli.
En azından izleri gerçekliği hatırlatır.
Fakat hangisini?
İzleri mi? İzinsiz geçtiğin sınırları mı?
En azından yabancılaşan kelimeler ifadeleri hep yumuşatır.
Mayınlar birer birer patlar, serseri sonunda ayaklarına kapanır.
Biri eğilip diğerinin kulağına fısıldar:
"işte şimdi boku yedin."
Çocuklarım
Çocuklarımı o kadar çok sevdim ki,
onları hiç doğurmadım.
Seni de doğurmayacağım.
Bahar yazı altına almışken
ve bir nefes, iki, üç...
kelimeleri arabaların ve ağaçların
ve dahi enstrümanların altına itmişken
sana gebe kaldığımı kimselere duyurmayacağım.
Kaç kare var ömründe ki köşeleri yusyuvarlak olsun?
Anılar zihnine birbiri ardına doluşup,
Uzaklarda bir yılan kendi kuyruğunda boğulsun?
Ben de o yılana kandım.
Bak, arta kalmış kemiklerimin yerine,
ağırlımca katran var.
Tırnaklarının yırttığı kumaşı,
ben seni sakınayım diye giydim.
Seni sakınayım da benimle kal.
Benimle kal da nefes almayı hatırlayayım.
Nefes almak soluğuna hapsolunca hatırladığım,
hayatın başladığını müjdeleyen bir ilk çığlık,
senin ciğerlerini de yakarım diye geri vermeyesim var.
onları hiç doğurmadım.
Seni de doğurmayacağım.
Bahar yazı altına almışken
ve bir nefes, iki, üç...
kelimeleri arabaların ve ağaçların
ve dahi enstrümanların altına itmişken
sana gebe kaldığımı kimselere duyurmayacağım.
Kaç kare var ömründe ki köşeleri yusyuvarlak olsun?
Anılar zihnine birbiri ardına doluşup,
Uzaklarda bir yılan kendi kuyruğunda boğulsun?
Ben de o yılana kandım.
Bak, arta kalmış kemiklerimin yerine,
ağırlımca katran var.
Tırnaklarının yırttığı kumaşı,
ben seni sakınayım diye giydim.
Seni sakınayım da benimle kal.
Benimle kal da nefes almayı hatırlayayım.
Nefes almak soluğuna hapsolunca hatırladığım,
hayatın başladığını müjdeleyen bir ilk çığlık,
senin ciğerlerini de yakarım diye geri vermeyesim var.
3 Mart 2015 Salı
Neverland
Toprağı olmayan bir
şehirde yürüyoruz,
hattı yok, hududu yok.
Askerleri yok, mahkemeleri yok.
Metaryelin aksidir bu alan,
hattı yok, hududu yok.
Askerleri yok, mahkemeleri yok.
Metaryelin aksidir bu alan,
Fakat biz seninle kanlı
canlı
davet kabul etmez bir vatanı paylaşıyoruz.
Bize burada kimse dokunamaz!
davet kabul etmez bir vatanı paylaşıyoruz.
Bize burada kimse dokunamaz!
Hapishanemiz burası,
hem de hastahanemiz, okulumuz,
beşiğimiz ve mezarımız,
en güvenli odamız.
Son kullanma tarihi belli sevdalardan uzak,
hem de hastahanemiz, okulumuz,
beşiğimiz ve mezarımız,
en güvenli odamız.
Son kullanma tarihi belli sevdalardan uzak,
hem birbirimizi,
hem nefesimizi verdiğimiz boşluğu keşfediyoruz.
Varlığın soluğumu anlamlandırıyor.
Dokunamadığımız ağaçların seyrine doyum olmuyor.
Bilincimizi göz göre göre bakamadığımız dalgalara gömüyoruz.
Duyamadığımız tüm ritimleri burada tenimize işliyoruz.
Bir başka hayattan kalma bir hatıra gibi en lezzetli halimiz dilimizin ucunda.
Şişelere hapsolmayı reddeden kokularla yıkanıyoruz.
hem nefesimizi verdiğimiz boşluğu keşfediyoruz.
Varlığın soluğumu anlamlandırıyor.
Dokunamadığımız ağaçların seyrine doyum olmuyor.
Bilincimizi göz göre göre bakamadığımız dalgalara gömüyoruz.
Duyamadığımız tüm ritimleri burada tenimize işliyoruz.
Bir başka hayattan kalma bir hatıra gibi en lezzetli halimiz dilimizin ucunda.
Şişelere hapsolmayı reddeden kokularla yıkanıyoruz.
Hayatımızın aşkını bulmuşuz!
Aşktan yüksek, plastikten sert, yalandan gerçek yaşıyoruz.
Aşktan yüksek, plastikten sert, yalandan gerçek yaşıyoruz.
Ömrümüz boyunca ilk kez
yaşıyoruz.
Zaman mehvumu bir yanda can çekişmekte,
gözlerimizle bir ana seneleri hapsediyoruz,
seneler bir ışık huzmesi olup kırışıklıklarımıza düşüyor.
Günahların hepsini koynumuza saklayıp bir gölge oyununda boğuyoruz.
Boşluk doldurur gibi içimize kattığımız onca bedenden sonra,
ruhlarımız kesişiyor.
Bu topraksız şehirde doğmuş olduğumu
ancak yine burada yanyana gömüleceğimi bulduktan sonra anlıyorum.
Yapıbozuyor frekansımız, kurumsallaşmış dokunuşlara isyan ediyoruz!
Kelimelerden can bulmuş koca bir evreni ancak susmalarla anlatabiliyoruz,
onu da yalnızca kendimize.
Bu yazdıklarım salt bize, fakat bir yandan tüm evrene.
Yıldız tozlarını şiirine serpmişlerin klavuzumuz olduğu bu yolda,
huzuru keşfediyoruz.
Anlaşılmak derdini eski bir limanda unutmuşuz.
Biz bayraksız bir vatanın kalbine,
içiçe
birbirimizin içine yürüyoruz.Zaman mehvumu bir yanda can çekişmekte,
gözlerimizle bir ana seneleri hapsediyoruz,
seneler bir ışık huzmesi olup kırışıklıklarımıza düşüyor.
Günahların hepsini koynumuza saklayıp bir gölge oyununda boğuyoruz.
Boşluk doldurur gibi içimize kattığımız onca bedenden sonra,
ruhlarımız kesişiyor.
Bu topraksız şehirde doğmuş olduğumu
ancak yine burada yanyana gömüleceğimi bulduktan sonra anlıyorum.
Yapıbozuyor frekansımız, kurumsallaşmış dokunuşlara isyan ediyoruz!
Kelimelerden can bulmuş koca bir evreni ancak susmalarla anlatabiliyoruz,
onu da yalnızca kendimize.
Bu yazdıklarım salt bize, fakat bir yandan tüm evrene.
Yıldız tozlarını şiirine serpmişlerin klavuzumuz olduğu bu yolda,
huzuru keşfediyoruz.
Anlaşılmak derdini eski bir limanda unutmuşuz.
Biz bayraksız bir vatanın kalbine,
Gençliğimize hatmettirmişiz aşkı;
Cebren ve hile olmaksızın,
bütün kalelerimiz zaptedilmiş,
bütün tersanelerimize girilmiş,
bütün ordularımız dağıtılmış,
ve aciz bedenlerimizin her hücresi
bilfiil işgal edilmiş.
Tüm tanımlamaları hitabelerimizin birbirimizle anlam değiştiriyor.
Bildiğimiz her şey yerinde de,
hepsini isim hakkından yoksun hislere gebe bırakıyoruz.El değmemiş bir kutsiyet, Nuh bile kıskanıyor.Ne varsa elde avuçta,
karavana yatırıyoruz.
Geride kalanlara selam olsun,
Biz hayalimizi yaşamaya gidiyoruz,
24 Şubat 2015 Salı
Kıskanç Tanrı
Yaradan,
benden daha çok neyi düşünürsen onu senden alırım,
diyor.
Kendisi benimle iddialaşmayı pek sever.
Nasıl bir tanrı kıskanç olabilir?
Ben insan halimle bütün umutlarımın bir yüzük uğruna
mecburiyetten satılmasına bile
sırf o rahat olsun diye göz yummuşum.
Bir kerecik rahat nefes alsam olmaz mıydı?
Ciğerlerimi sarıp sarıp içmişim, her yalancı gülüşte
kahrolmuşum.
Bir hafta mı oldu Kafka’ya döneli,
marazlı, öksürmekten belimi sakat edeli?
Kıskanç bir tanrının elinde kukla olmuşum.
İplerini tek tek kesmeye çalışmış,
gördün mü yine bileklerimden kendimi kanatmışım.
Sinirlendim, hal böyle olunca, intikam istedim.
Sen dedim, nasıl bir tanrı olarak benden daha çok şey istersin?
Ben bir kula göre senden ne istedim ki bu güne kadar,
başka herkese layık görmediğin?
Aldatmak ve aldatılmak üzere kurulmuşsa bu tanrıcılık dedim,
ben de onu aldatayım,
hemen gittim ben de bir başka göze değdim.
Sen, dedim, göreceksin! Ben seni yeneceğim.
O başka gözde gördüğüm tek şey
tanrının benimle nasıl oynadığıydı.
Yanılsamalar üzerine gerçeklikler kurmuşum.
Neyi çok düşündüysem, hep onu kaybetmişim.
Neyi çok istediysem, kursağımda tutmuşum.
Ne yutabilmiş, ne kusabilmişim.
Tanrı beni hep kıskanmış,
bir kul olarak benim sevme hakkımı bile almış.Neyim var kıskanılacak bir anlasam, bu iğrenç acziyetimle?Son çarem, sevgili tanrıcım,
ben şimdi seni her şeyden çok düşünsem,
kendini de benden alır mısın?veyahut kendimi düşünsem, herkesin oynadığı bencili oynasam,
Beni de sonunda yanındaki hiçliğe aldırır mısın?
Kendi başıma bunu yapamıyorum.
Ben ancak her gece cigarayı göğsüme basıp kendimi gündelik öldürebiliyorum.
Ben daha nice yaşayayım?
En güzeli kendimi bitirecek olsam da,binlercesinin eşi uğursuz bir gecenin köründe
bi cigara daha sarayım.
benden daha çok neyi düşünürsen onu senden alırım,
diyor.
Kendisi benimle iddialaşmayı pek sever.
Nasıl bir tanrı kıskanç olabilir?
Ben insan halimle bütün umutlarımın bir yüzük uğruna
mecburiyetten satılmasına bile
sırf o rahat olsun diye göz yummuşum.
Bir kerecik rahat nefes alsam olmaz mıydı?
Ciğerlerimi sarıp sarıp içmişim, her yalancı gülüşte
kahrolmuşum.
Bir hafta mı oldu Kafka’ya döneli,
marazlı, öksürmekten belimi sakat edeli?
Kıskanç bir tanrının elinde kukla olmuşum.
İplerini tek tek kesmeye çalışmış,
gördün mü yine bileklerimden kendimi kanatmışım.
Sinirlendim, hal böyle olunca, intikam istedim.
Sen dedim, nasıl bir tanrı olarak benden daha çok şey istersin?
Ben bir kula göre senden ne istedim ki bu güne kadar,
başka herkese layık görmediğin?
Aldatmak ve aldatılmak üzere kurulmuşsa bu tanrıcılık dedim,
ben de onu aldatayım,
hemen gittim ben de bir başka göze değdim.
Sen, dedim, göreceksin! Ben seni yeneceğim.
O başka gözde gördüğüm tek şey
tanrının benimle nasıl oynadığıydı.
Yanılsamalar üzerine gerçeklikler kurmuşum.
Neyi çok düşündüysem, hep onu kaybetmişim.
Neyi çok istediysem, kursağımda tutmuşum.
Ne yutabilmiş, ne kusabilmişim.
Tanrı beni hep kıskanmış,
bir kul olarak benim sevme hakkımı bile almış.Neyim var kıskanılacak bir anlasam, bu iğrenç acziyetimle?Son çarem, sevgili tanrıcım,
ben şimdi seni her şeyden çok düşünsem,
kendini de benden alır mısın?veyahut kendimi düşünsem, herkesin oynadığı bencili oynasam,
Beni de sonunda yanındaki hiçliğe aldırır mısın?
Kendi başıma bunu yapamıyorum.
Ben ancak her gece cigarayı göğsüme basıp kendimi gündelik öldürebiliyorum.
Ben daha nice yaşayayım?
En güzeli kendimi bitirecek olsam da,binlercesinin eşi uğursuz bir gecenin köründe
bi cigara daha sarayım.
16 Şubat 2015 Pazartesi
Izdırap
Gözlerinden suratıma fışkırttığın,
namütenahi umut
dudaklarımdan göğüs kafesime atılan kezzaptır.
Kan geliyor kelimelerimden, oluk oluk, kan,
anlıyor musun?
Gerçi sen kendinden başka bir zavallıyı
farkettiğin an, anlamayı da bırakırsın.
Bir vakitler üzerime ağmayı heves etmiştin,
ağlamaklı gülüşüne bir de gariban kaşlarını eklemiştin,
sebeplerin ne kadar güzeldiler, bir de dertlerin.
“Sen muhteşemsin!”
İşte, tam da bu yüzden, öldürüleceksin!
Öyle nefes almayı da bırakarak değil,
seve seve sabah kalkmaya devam edecek,
fakat parçalanmış tenini her gördüğünde hatırlayıp,
bilincini sonsuza dek kapatmak isteyeceksin!
İstemek de nihayetinde biçimsiz bir eylemdir.
Eylem devam ettikçe, istesen de işkenceni bitiremezsin!
Yasalar önünde, yalvarıyorum, yargıçlarım!
Maskelerinizi düşürüp bari beni bağışlayın!
Bakın, yüzüme bakın, ve göğüs kafesime.
Bakın geride kalan boşluklarıma,
bari siz yapmayın.
Fakat yapıyorlar. Her an yapmaya devam ediyorlar.
Kanatları altında şartlı tahliyeye saldıklarından korur görünüp,
öylece seni boşvermeye itiyorlar.
Boş vermekten, dolu kaldırmaktan, indirememekten...
bitap düştüm.
namütenahi umut
dudaklarımdan göğüs kafesime atılan kezzaptır.
Kan geliyor kelimelerimden, oluk oluk, kan,
anlıyor musun?
Gerçi sen kendinden başka bir zavallıyı
farkettiğin an, anlamayı da bırakırsın.
Bir vakitler üzerime ağmayı heves etmiştin,
ağlamaklı gülüşüne bir de gariban kaşlarını eklemiştin,
sebeplerin ne kadar güzeldiler, bir de dertlerin.
“Sen muhteşemsin!”
İşte, tam da bu yüzden, öldürüleceksin!
Öyle nefes almayı da bırakarak değil,
seve seve sabah kalkmaya devam edecek,
fakat parçalanmış tenini her gördüğünde hatırlayıp,
bilincini sonsuza dek kapatmak isteyeceksin!
İstemek de nihayetinde biçimsiz bir eylemdir.
Eylem devam ettikçe, istesen de işkenceni bitiremezsin!
Yasalar önünde, yalvarıyorum, yargıçlarım!
Maskelerinizi düşürüp bari beni bağışlayın!
Bakın, yüzüme bakın, ve göğüs kafesime.
Bakın geride kalan boşluklarıma,
bari siz yapmayın.
Fakat yapıyorlar. Her an yapmaya devam ediyorlar.
Kanatları altında şartlı tahliyeye saldıklarından korur görünüp,
öylece seni boşvermeye itiyorlar.
Boş vermekten, dolu kaldırmaktan, indirememekten...
bitap düştüm.
Düştüm.
Yükseklerdeydim. Masumdum. Düştüm.
Yerlerde süründüm, sokakları saframa boyadım. Düştüm.
Saçlarımı sattım, dudaklarımı sattım, düşlerimi sattım. Düştüm.
Kollarıma izmarit bastım, tırnaklaya tırnaklaya ellerimi kanattım. Düştüm.
Ben yine de seni kaldırdım.
Kütlesini yitirmiş, havadan hafif bir ben, nasıl oldu
da sana ağır geldim?
Yükseklerdeydim. Masumdum. Düştüm.
Yerlerde süründüm, sokakları saframa boyadım. Düştüm.
Saçlarımı sattım, dudaklarımı sattım, düşlerimi sattım. Düştüm.
Kollarıma izmarit bastım, tırnaklaya tırnaklaya ellerimi kanattım. Düştüm.
Ben yine de seni kaldırdım.
8 Şubat 2015 Pazar
Meyhane - Başlangıç
Salaş bir meyhanenin en ücra masasında oturuyorlardı. Ellerini
masanın üzerinde tam bir sorumluluk bilinciyle tutuyorlardı. Bir sigara yakmak
için kadın elini çekip elini paketine götürünce adam rahat bir nefes aldı.
Rakılarını yudumladılar.
-
Sigara içmenden nefret ettiğimi bile bile
yakıyorsun ya şunu...
Kadın adamın gözlerinin içine baka baka derin bir nefes
çekti. Müzeyyen Senar’ın sesi bile havayı yumuşatmaya yetmiyordu. İkisi de
biraz sonra edileceği belli olan bir teklifin huzursuzluğunu yaşıyordu. Daha
doğrusu adam heyecanını, kadın paniğini soluyordu. Rakısından bir yudum daha
aldı, dilinin ucunda gezdirdi ve ciğerlerini keşfedip boğazını yakmasına izin
verdi. Sonra hemen iki masa arkalarındaki duvara asılmış bir tabloya gözü
ilişti.
-
Beni dinlemiyorsun.
Bir tartışmaya daha hali kalmadığından sevgilisi diye hitap
ettiği adamı can kulağıyla dinliyormuş gibi yapıyordu. Suratında kocaman bir
gülümseme ve donuk olduğu tanıdık bir ruhça görülmese asla anlaşılamayacak ela
gözleriyle arada sırada başını sallıyor, bir an önce eve gidip uyumak
istiyordu. Adamın biraz daha konuşup tamamen kendi bilinç akışına kaptırmasını
bekledi ve yakalanmayacağını anladığı an tabloyu daha yakından incelemeye
başladı. Bıyıklı güleç bir genç adam elinde bir misina tutuyordu. Deniz arkada
bir gri fondan başka bir şey değildi. Bir manzaradan daha güzel bir yüz daha
önce hiç görmemişti. Siyah beyaz bu tablodaki adamı mutlaka tanıyordu. Fakat
nereden?
Tablonun hemen altındaki masada oturan çift huzursuzlanmaya
başlamıştı. Belli ki adam bu kadının kendisini izlediği izlenimine kapılmıştı.
Kadın utanarak yeniden bakışlarını sevgilisine çevirdi. Bu sırada tablonun
altında düğün hazırlıkları yapıldığının pekiala bilince değildi. Tek
görebildiği kendi oturduğu masanın bir yansımasıydı. Nerede görse merhametten
yürüyen ve tek tarafın çıkarlarına dayalı bir ilişkiyi tanıyabilirdi. Oturduğu
yerden bile tabloya yüzü dönük kadının sesini duyabiliyordu.
-
...sonra kuzenimle Ayhan’ın aynı masada
oturmasını istemiyorum. Bir de kesinlikle çiçekler kırmızı olacak. Beni dinle.
Dinliyor musun? Bak, gelinliğin etrafına kırmızı kurdele hayatta takamam. Pembe
olacak. Koyu pembe, neyse ben sana gösteririm, sen alırsın. Ha dikkat et,
masadaki örtülerle aynı ton pembe olacak. Sandalyeler de daha giydirilecek. Bir
de davetiyeler var. Hep ben koşturuyorum zaten. Oh ne güzel sen de oturduğun
yerden keyfini çıkar.
Yüzü hesap cüzdanına dönüşmüş tabloya sırtı dönük adam
başını kaldırıp kendini affettirmek ister gibi iki masa ötedeki kadının gözlerinin
içine bakıyordu. Bir an için gülümsediğini görür gibi oldu. Belki de dudakları
seğirmişti. Kadının tabloyu incelediğini farkedince parmakları yüzüğüyle
oynarken arkasına doğru baktı. Gülümsedi ve önüne döndü. Bu o akşam kadına
attığı son bakıştı.
Kadın beyaz peynirden bir çatal alıp rakısına altlık yaptı.
Yeniden dikkatini sevgilisine yönlendirmişti. Son anda yakaladı kelimeleri:
-
...işte tüm bunlar yüzünden seni çok seviyorum.
Benimle evlenir misin?
Beklediği bir teklife neden bu kadar şaşırdığına kendi dahi
anlam veremiyordu. Kendine söz hakkı tanınmayan bu monoloğun başını kaçırdığına
üzülüyordu. Bir yandan da ne kadar bencil olduğunu düşünüyordu. Kendisini bu
kadar çok seven birine nasıl haksızlık edebilirdi? Hayatını kendisine adamak
isteyen bir adama nasıl hayır diyebilirdi. Elleri titreyerek adamın elini sardı.
Sonra gözü sağ elindeki yaralara kaydı. Bir kaç hafta önce yine her akşam
ettikleri bir kavganın yeni yeni solmakta olan izleri. Daha sonra kollarından
yukarıya kendini incelemeye başladı. Küllüğe çevirdiği kollarına ağır ağır
baktı ve gözlerinin önüne bir başka tablo geldi.
Annesiyle babası fotoğrafta öyle mutlular ki! Babası
annesini sırtına almış şehrin göbeğinde kahkaha atarak koşuyor. İkisi de
kendinden geçmişler. Genç, sağlıklı, mutlu ve önlerinde kocaman bir gelecek
var!
Bu tablonun son zamanlardaki halinden geriye kendi zihininde
bir türlü dolduramadığı karanlık boşluklar kalmıştı. Annesinin bir avuç dolusu
hapla kardeşi ve kendisinden özür dileyerek gülümsemesi, ve daha sonra bir
boşluk.
Elektrik çarpmış gibi elini geri çekti.
-
Yapamam. Yapamam. Gitmem gerek. Çok özür
dilerim. Özür dilerim. Seni asla unutmayacağım.
Oysa ne kadar çabuk unutacağını öyle iyi biliyordu ki. Daha
on saniye önce kendine aşık olduğunu iddia eden adamın arkasından ağzına ne
laflar alacağını öyle iyi biliyordu ki. Ne kadar çabuk bu aşkın öfkeye ve
lanetlere dönüşeceğini bilmesine rağmen şaşırıyordu. Bir saniye önce
tutukluydu. Şimdiyse özgür! Özgür! Tekrar mahkum olma pahasına koşarak
meyhaneden çıkmadan önce durup mutfağa girdi ve garsondan bir ricada bulundu.
-
Duvarda asılı olan tabloyu bir şekilde alma
imkanım var mı? Buna nasıl ihtiyacım olduğunu bilemezsiniz. Ne olur. Garip
biliyorum ama bana yardım etmelisiniz. Hem de hemen.
Donakalmış bir sevgiliyi masada öylece bırakmasına
aldırmadan garsonların olduğu mutfağın zeminine çökmüş bekliyordu. Ağlıyordu,
fakat mutluluktan. Uzun zamandır bitkisel hayatta yaşıyormuş da şimdii hayatın
anlamını keşfetmiş gibi ağlıyordu. Mutfaktan içeri garsonun değil de tablonun
altında oturan adam girince nefesi kesildi.
-
Anlaşılan portremi istiyormuşsunuz?
Normalde laf ebeliğinden muzdarip kadın söyleyecek hiçbir
şey bulamıyordu.
-
Bana isminizi söylerseniz, seve seve size
verebilirim. Gerçi daha önce kimsenin dikkatini bile çekmemişti. Neden almak
istediniz?
Kadın yalnızca ayağa kalkıp adamın elini tutabildi. Uzun ve
bir ömür kadar süren bir öpücükle tabloyu aldı ve meyhaneyi terketti. Her şey
daha yeni başlıyordu.
Güçlüler
Güçlüler kazanır zannediyorsunuz değil mi efendiler?
Güçlüler her zaman kaybeder.
Çığıkların arasında ya gururlarını, ya aşklarını,
hiç olmadı, vicdanlarını geride bırakırlar.
Oysa beri yandan zayıf olmanın getirdiği dayanılmaz hafiflik var.
Buna ne demeli?
Edilgen bir koruma altında eylem zorunluluğunun çok dışında,
bütün merhametliler senin yanında, bir çoğunluksun üstelik,
hiç farketmedin mi?
Güçlü olan yalnız olandır, böyle galibiyetin içinde kabul,
hırs vardır, bencillik ve hatta narsistlik.
Peki, senin neyin var, altına sığındıkların bir yana?
Demokrasi bile çoğunluğu sayar efendiler!
Güçlü olma hali olsa olsa,
gıpta edilesi bir teselli armağanıdır.
Melekler korumaz, tanrılar lanetler,
şirk koşmaktan ötürü en iki yüzlü kulları dahi sırt döner.
Zayıf kal! Zayıf kal da seni pamuklara sarmalayıp sarsınlar!
Çamurdan olsa yattığın yatak başını koyduğun etten bir göğüse daya başını.
İpek işlemeli çarşafa koyduğun o dik başını,
bak kesebilmek için dört dönüyorlar.
Zayıf ol da rahat nefes al.
Zayıf ol da hep yanında olsunlar.
Zayıf ol da şiirini yazsınlar.
Güçlülüğün katlanılası yanı edilgeni yazan parmaklar olmaktır.
Etken olabilmek adına kaderin altına döşek olmaktır.
Efendiler! Güçlü görünenler,
İçine tanrının nefesi üflenmiş olduğu varsayılınca,
hatrı sayılır derecede acizdirler.
Kendi nefeslerini verebilmek adına hep ama hep kaybederler.
Güçlüler her zaman kaybeder.
Çığıkların arasında ya gururlarını, ya aşklarını,
hiç olmadı, vicdanlarını geride bırakırlar.
Oysa beri yandan zayıf olmanın getirdiği dayanılmaz hafiflik var.
Buna ne demeli?
Edilgen bir koruma altında eylem zorunluluğunun çok dışında,
bütün merhametliler senin yanında, bir çoğunluksun üstelik,
hiç farketmedin mi?
Güçlü olan yalnız olandır, böyle galibiyetin içinde kabul,
hırs vardır, bencillik ve hatta narsistlik.
Peki, senin neyin var, altına sığındıkların bir yana?
Demokrasi bile çoğunluğu sayar efendiler!
Güçlü olma hali olsa olsa,
gıpta edilesi bir teselli armağanıdır.
Melekler korumaz, tanrılar lanetler,
şirk koşmaktan ötürü en iki yüzlü kulları dahi sırt döner.
Zayıf kal! Zayıf kal da seni pamuklara sarmalayıp sarsınlar!
Çamurdan olsa yattığın yatak başını koyduğun etten bir göğüse daya başını.
İpek işlemeli çarşafa koyduğun o dik başını,
bak kesebilmek için dört dönüyorlar.
Zayıf ol da rahat nefes al.
Zayıf ol da hep yanında olsunlar.
Zayıf ol da şiirini yazsınlar.
Güçlülüğün katlanılası yanı edilgeni yazan parmaklar olmaktır.
Etken olabilmek adına kaderin altına döşek olmaktır.
Efendiler! Güçlü görünenler,
İçine tanrının nefesi üflenmiş olduğu varsayılınca,
hatrı sayılır derecede acizdirler.
Kendi nefeslerini verebilmek adına hep ama hep kaybederler.
Deneme III - Öldürmek bir günah olmasaydı?
Babam, hiçbir zaman insanların bekledikleri gibi bir adam olmadı. Ben hiçbir zaman benden beklenilen kadın olmadım. Çorabım kaçınca delirecek kadar üzülemedim mesela. Tırnaklarımın biçimsizliği veya üstümün başımın tozlu olması beni öyle rahatsız etmedi. Peki onları niye etti? Kendilerine bunca yalan söyleyen bir dolu et yığını neden bizi kabullenemedi? Bizimkisi de bir yalan biçimi, belki en dürüst olanıydı, niye yadırgandı? Nüfus kağıtlarında en çok müslüman yazan ülkelerden birinde nefes aldıkları için mi? Yalanı en büyük günahlardan sayan bir din ve kendine sürekli kim olduklarına dair yalan söyleyen inananları! Öldürmeyi işine geldiği sürece sevap, gelmedikçe en büyük günahlardan, kendi canını almayı ise şirk koşmak sayan mezhebe mensup bu meczuplar ecel kavramını neden hiç sorgulamadan kabulleniyorlar? Ölümü tekeline almış bir otorite değil midir o halde, en yüce, en gerçek irade, en nihayetinde? Ecel kadar kabullenilmiş, sindirilmiş, daha doğal olan ne var ki? Halbuki yaşam vermeyi hak görmüş kadına. Almayı da bahşeden bu güce, o halde, eğer tanımış olsaydı, tüm cinsler arası yaşam alıp verme hakkı üzerinden sosyalist diyebilir miydik? Şimdi diyemeyiz, tabii. Doğal değil. Etraflıca düşünmüyorum belli ki, şimdi diyecekler ki sana, düşünsen yazdıklarının bir kaçış, bir isyan, tövbe büyük günah! olduğunu anlayacaksın... Hayır! Ben kaçmadığım için yazmaya çalışıyorum. Öldürmenin de yaşam vermek kadar doğal olduğunu, halbuki bunu kabullenemediğimiz, içimizdeki vahşi ilkelliği görmezden geldiğimiz için bunca acı olduğunu iddia ediyorum! Bakın inanıyorum demedim, iddia ediyorum. Çünkü ben asla sizin kadar emin olamadım hiçbir şeyden. Sadece ihtimallere ve sorulara odaklandım. Fakat, bir düşünsenize, başka kanallara aktarılmış milyonlarca pasif agresif mimik, jest, sözcükler, eylemler! Özgür dünyada bu kabulleniş ve akabinde getireceği farkındalık ve hakimiyet algısındaki değişiklik, dönüşüm, bireye tanrısal bağışlama yeteneği sunabileceğinden belki de artık kan eskisi kadar dökülmeyecektir? Bilinemez...tabii. İnsanoğlu belki her şart altında çiğ süt emmiş kaypak bir solucanın binlerce yıl evrilmesi sonucu meydana gelmiş merhametsiz bir versiyonudur ve üzerlerinde yaşayabilmek için başkalarını altına sürgün etmek isteyecektir. Fakat en azından iki yüzlülüğü ortadan kaldırmış olmaz mıydık? Seri katilleri, vampirleri son yüzyılın ilk çeyreğinde yakışıklı idoller, güzel semboller haline getirmemiz bu öldürme isteğimizi aklamaktan ileri geliyorsa, daha da önemlisi, bu bir istek değil, bir ihtiyaçsa, belki de özgürleştirilen ve ilahi cezadan mahrum birey nihayet kendi vicdanıyla başbaşa kalacak ve kan isteğinin önüne geçecektir. Kim bilir?
Figüran Deneme I
Baş role tutulan bir figüranın en sağlam oyunu aldatmaktan geçebilir.
Oyunun kendisi gerçekler ve yalanlar olsa dahi,
figürancığımız yalnızca anlatılamayanlarda belirebilir.
Baş role meyletmiş bir figüranın sahnesi gerçek,
satırlarının hepsi yalandan geçer.
Dudakları boyama, öpüşleri sahicidir.
Figüranı bir an için arzulamış baş rolün kaderi,
ancak bu yancıyı acıtmaktan geçebilir.
Eleştirmenler seyreder.
Gönülleri rahatta, akşam olunca uyurlar.
Figüran suflelerini soyunur, samimiyetiyle kalır.
Baş rol soyunur, şöhretini şehvet pahasına geride bırakır.
Esas kadın tiradını atar,
baş rolün yanına yatar,
perde hep esasların üzerine kapanır.
Bir figüran sarhoş sarhoş üç kuruşa sattığı gururuyla uykusuz kalır.
Oyunun kendisi gerçekler ve yalanlar olsa dahi,
figürancığımız yalnızca anlatılamayanlarda belirebilir.
Baş role meyletmiş bir figüranın sahnesi gerçek,
satırlarının hepsi yalandan geçer.
Dudakları boyama, öpüşleri sahicidir.
Figüranı bir an için arzulamış baş rolün kaderi,
ancak bu yancıyı acıtmaktan geçebilir.
Eleştirmenler seyreder.
Gönülleri rahatta, akşam olunca uyurlar.
Figüran suflelerini soyunur, samimiyetiyle kalır.
Baş rol soyunur, şöhretini şehvet pahasına geride bırakır.
Esas kadın tiradını atar,
baş rolün yanına yatar,
perde hep esasların üzerine kapanır.
Bir figüran sarhoş sarhoş üç kuruşa sattığı gururuyla uykusuz kalır.
Can Sıkıntıları I
Ben bir yalancıyım.
Karakterimin dibi yok, temelsiz.
Ruhlardan kıyafetler biçip kendiminkine giydiririm.
Uymayınca derilerini yüzüp kanata kanata sokaklara atarım.
Sen benim en sevdiğim elbisemsin.
Ruhlardan kıyafetler biçip kendiminkine giydiririm.
Uymayınca derilerini yüzüp kanata kanata sokaklara atarım.
Sen benim en sevdiğim elbisemsin.
Dolabımın
dibinde hep seni saklıyorum.
Yine birilerinin canını yaktım bu gün,
saygısız günlük,
onlar da benimkini.
Ben onlara izin verdim, zevk almak için.
Çünkü itler kadar aşağılık isteklerim vardı mutluluktan.
saygısız günlük,
onlar da benimkini.
Ben onlara izin verdim, zevk almak için.
Çünkü itler kadar aşağılık isteklerim vardı mutluluktan.
Ölsem, ölemem bile, anladın mı?
Mahallenin serserisi, sorumluluk bindi omuzlarına,
babanın gözyaşlarını düşünerek nereye gidebilirsin?
Sokak çocuklarının halinden anlamayan kardeşin
aç gezmesin
diye bankacılar mı yanaklarını silsin?
Mahallenin serserisi, sorumluluk bindi omuzlarına,
babanın gözyaşlarını düşünerek nereye gidebilirsin?
Sokak çocuklarının halinden anlamayan kardeşin
aç gezmesin
diye bankacılar mı yanaklarını silsin?
Madalya takacaklar çünkü sana!
Sütü bozuk entel parçalarına kendini yem edesin.
Hadi bırak her şeyi kaç dünyanın ucuna kaç, kaçsana!
Sen cehennemini kendi sırtında taşıyorsun, siktir olup gitsen de,
düşünmeyecek misin,
Madem gidecektim, niye ona gitmedim?
Niye doğruyu söylemedim.
Sütü bozuk entel parçalarına kendini yem edesin.
Hadi bırak her şeyi kaç dünyanın ucuna kaç, kaçsana!
Sen cehennemini kendi sırtında taşıyorsun, siktir olup gitsen de,
düşünmeyecek misin,
Madem gidecektim, niye ona gitmedim?
Niye doğruyu söylemedim.
Uçağa seni giyenerek bindim.
Sense çırılçıplak sevgilinindin.
Sense çırılçıplak sevgilinindin.
İstemedi dersin, belki düşünürsün,
kölesi olsam belki kabul ederdi.
Kimse kölelere aşık olmaz! Köleler efendilerine ölür de,
Efendiler kölelerin etlerini timsahlarına layık görürler.
kölesi olsam belki kabul ederdi.
Kimse kölelere aşık olmaz! Köleler efendilerine ölür de,
Efendiler kölelerin etlerini timsahlarına layık görürler.
Sen de haketmedim seni dersin.
Dünya hakkettiğini iddia ediyormuş gibi,
bir de üstüne adil olma şerefini üstleniyormuş gibi,
isyan ediyorsun ha? Kime?
Hayatım, pardon, inancını kaybetmemiş miydin sen?
bir de üstüne adil olma şerefini üstleniyormuş gibi,
isyan ediyorsun ha? Kime?
Hayatım, pardon, inancını kaybetmemiş miydin sen?
Kaybetmiştin ya bir içki masasında diline kurban olduğumun,
bacaklarına döktüğü kelimelerde kaybetmiştin!
bacaklarına döktüğü kelimelerde kaybetmiştin!
Sen attın beni buraya! Özümü bile bile beni yakılmak üzere
bir sınava gönderdin.
Merhametli Tanrının nefret etmekten en çok hoşlandığı deneyiyim.
Öyle bir beyinleri olsun ki kraker yerken boğulsunlar!
Öyle yürekleri olsun birbirlerini doğrasınlar!
Gözlerime baktırmadım, ellerimi tutturmadım,
Günahtır.
Merhametli Tanrının nefret etmekten en çok hoşlandığı deneyiyim.
Öyle bir beyinleri olsun ki kraker yerken boğulsunlar!
Öyle yürekleri olsun birbirlerini doğrasınlar!
Gözlerime baktırmadım, ellerimi tutturmadım,
Günahtır.
Özüm diye ateşini yemekten hiç çekinmeden,
sevgiden isimler takıp, daha kaç odun taşıyacaklar,
ailemin geleceğinin üzerine?
sevgiden isimler takıp, daha kaç odun taşıyacaklar,
ailemin geleceğinin üzerine?
Çizelim madem bilekleri, mavi kanımız aksın.
Hocayız ya ufacık kafamızla kimisine, onlar kadın sansın,
birileri kız bilsin, diğerleri adam desin.
Hocayız ya ufacık kafamızla kimisine, onlar kadın sansın,
birileri kız bilsin, diğerleri adam desin.
Adamlar
kendini hiç bilmesin.
Suçu hep benim olsun.
Suçu hep benim olsun.
Zaten
müebbet değil mi bu?
Bırak
ölmeyi, gidemem istesem bile.
Çıplak
da gezemem seni çıkarsam bile.
6 Şubat 2015 Cuma
Bir Hayaletin Portresi
Zaman eriyen bir mum
göğüslerimden aşağı,
Donuk tüm gördüklerim,
kendimden gayrı
O kadar hızlı ilerliyor
ki gözler, binlercesi, etrafımda dolanıyor hareler
Baktığımda gördüğüm salt
bir yağlı boya tablo,
Tam ortasından
seyircilerin hepsine selam veriyorum.
Sanat mı? Sanat.
Sanat zihnimi gün
doğumundan batımına satmam devlete.
Sanat vücudumu ait olduğu
yerlere sürüklemek için aldığım yıllık izin.
Sanat hayallerimi
süsleyip de boynuma taktığım bir altın zincir.
Zincir dolanıp iyice
darlıyor boğazımı.
Tabloda görünen bir zavallı ortada diğer açılara renk getirsin diye
Tabloda görünen bir zavallı ortada diğer açılara renk getirsin diye
Gölgelerden yapılmış.
Bir gölge gibi gezmem bu
yüzden bana değen diğer hayatların tümünde.
Grilerden bir silüet
doğurmuş anam,
Babam kucağına bir beyaz
almış, gömdüğünde bir siyahı yatıracak toprağa.
Çığlıklar mı atayım?
Duysunlar!
Parmaklarımın ucundaki
kılcal damarlara kadar
kordan kanlar, beynimin kıvrımlarında dolanırlar.
kordan kanlar, beynimin kıvrımlarında dolanırlar.
Hep korktukları için
korktular.
Oysa bir hayalet nasıl
dokunabilir?
Bir hayalet nasıl
sevebilir?
Ancak kımıldamadan olduğu
yerde poz kesmesini bilir.
Olduğu yerde çağlar aşar.
Altı üstü geçmişin
geleceğin lafını edebilsin diye
Saat mehvumunu ruhu
pahasına bile bile sanatçıya satar.
Baylar, bayanlar! Bu
gördüğünüz yirmibirinci yüzyıldan kalma bir portredir!
Bakınız sanatçı her
detayı nasıl işlemiştir!
Adeta kalkıp dokunacak
etrafındaki renklere, objelere, insanlara!
Bu portre için bir
devrimdir!
Devrim, bombaları üstünde
patlatan bir bedevinin sessizliğidir.
Bir yangın çıkar asılı
tutulduğum hücrede,
etrafımda beni süsleyen mumları eritir.
etrafımda beni süsleyen mumları eritir.
Yangın,
Dali’nin tırnaklarını
yedirecek bir imgenin canını alırken,
Bir ruhun göğüslerinden
aşağı kaydırıp,
Zamana hayat verir.
Sonsuzluk anlam
gereksizliğinden arındırıp özgürleştirir.
Ben yine sonlarla bezeli küllere
dönüşürüm.
5 Şubat 2015 Perşembe
Adab-ı Muaşerete İçelim
Damla damla anason,
sırtımdan aşağı döküver saki,
gözlerinden akamayana içsinler.
Suyu da az kat, ıslak ıslak,
bir yudumla bir nefesi seviştirmeden
dudaklarına zehri katiyen götürmesinler.
Ciğerlerine insin,
Söyle,
Buz soğutmaz da yakar benim belimde.
sırtımdan aşağı döküver saki,
gözlerinden akamayana içsinler.
Suyu da az kat, ıslak ıslak,
bir yudumla bir nefesi seviştirmeden
dudaklarına zehri katiyen götürmesinler.
Ciğerlerine insin,
Söyle,
Buz soğutmaz da yakar benim belimde.
Tadımı yumuşatmaya meze arıyormuşsun,
“etme” saki,
bırak damağında acısı kalsın.
Söyle, çalsınlar nihavendden mutluluğumu,
dostlar meclisine dert olmuşum.
“etme” saki,
bırak damağında acısı kalsın.
Söyle, çalsınlar nihavendden mutluluğumu,
dostlar meclisine dert olmuşum.
Son yudumu bırak,
adettendir saki,
rakı bardağı başı boş kalmaz sofrada.
İçimi boşaltma içine,
Yok olurum da eksilemem.
Sarhoşluğuma kanıp da şer belleme aşkımı,
şeffaftım ben de sen gibi, ekleyene kadar saflığını.
adettendir saki,
rakı bardağı başı boş kalmaz sofrada.
İçimi boşaltma içine,
Yok olurum da eksilemem.
Sarhoşluğuma kanıp da şer belleme aşkımı,
şeffaftım ben de sen gibi, ekleyene kadar saflığını.
İkimiz de birbirimize benzeriz, sen özümüzü tanırsın saki,
anlat onlara nasıl tatsızdır o bensiz,
anlat onlara nasıl renksizim ben onsuz,
yargıçlar toplanmış sofranın etrafına,
rahat bıraksınlar bizi, içip gitsinler.
Evli evine, köylü köyüne...
Ben de başbaşa kalayım,
içimde bir yudum muhabbetten artan hayalinle.
anlat onlara nasıl tatsızdır o bensiz,
anlat onlara nasıl renksizim ben onsuz,
yargıçlar toplanmış sofranın etrafına,
rahat bıraksınlar bizi, içip gitsinler.
Evli evine, köylü köyüne...
Ben de başbaşa kalayım,
içimde bir yudum muhabbetten artan hayalinle.
22 Ocak 2015 Perşembe
Kökler
Dudaklarım çatlak, nemli
olsalardı bırakılamazlardı.
Bir kefen giymişim hayattan, soluklanıp duruyorum.
Anılar, hayaller, gerçekler ve yalanlar.
Yalanların en güzellerini hep kendime saklıyorum.
Bir kefen giymişim hayattan, soluklanıp duruyorum.
Anılar, hayaller, gerçekler ve yalanlar.
Yalanların en güzellerini hep kendime saklıyorum.
Karşıma biteviye merhametten bir set çekiyorlar.
Acımasından acımalarından daha çok nefret etmiyorum da,
acıtmadan üzerimdekileri soymalarına aşık oluyorum.
Nasıl iyileştiğimi hiç
hatırlamıyorum,
Nasıl hasta olduğumu ise
asla unutmuyorum.
Bilincimi yara yara irin
akıtıyorum,
Hadi içsene, içsene,
içsene!
Dilimle evirip
çeviriyorum bedenleri,
arzu ettiğim gibi,
kendimle eritiyorum.
Kampların birinde
yakılacaktım,
o zaman layığımı bulacaktım.
o zaman layığımı bulacaktım.
Kaypak üzüntülerime
başkalarını alet etmeyecektim.
Hiç değilse rahat
edecektim, mağdur olacaktım.
Mağdurları herkes çok
sever.
Trajedi nasıl orgazmikse,
düşmeden izleyene,
komedi nasıl düşeni izleyenin egodan yumurtalarını okşuyorsa,
komedi nasıl düşeni izleyenin egodan yumurtalarını okşuyorsa,
öyle aşağıda kalmalıydım.
Ha aşağıda doğmuş, ha düşmüşsün,
Ha aşağıda doğmuş, ha düşmüşsün,
trajikomik bir hikayenin
yancısı olmaktan daha evla değil mi?
Toprağını bulamamış,
sevmeyip de kopamamış,
araftan başka yere kımıldayamamış,
ısıra ısıra dudaklarını kanatan bir aşağılık olmalıydım.
ısıra ısıra dudaklarını kanatan bir aşağılık olmalıydım.
Ben de oldum. Belki de
zaten öyle doğmuştum.
Yine
de gömdüler.13 Ocak 2015 Salı
Işık Söndü
Başucumdaki lamba söner sönmez
şeytanlarımla
başbaşa kalırım.
Karanlık beni bir bataklık gibi damla damla yutar.
Benimle oyunlar oynar, kulağıma şirkten şarkılar söylerler.
Sabaha kadar dualar okurum gitsinler diye.
Hiçbir şeye inanmadığımı biliyor musunuz?
Aydınlığa olan inancını bile kaybetmiş bir ruh,
sonunu nerelerde arar?
Duvarda sokaktan yansıyan ışığın gölgeleri,
hepsinin birer sureti, her birinin birer hikayesi,
bana kol kanat germekten uzak, tuzaklar kurarlar.
şeytanlarımla
başbaşa kalırım.
Karanlık beni bir bataklık gibi damla damla yutar.
Benimle oyunlar oynar, kulağıma şirkten şarkılar söylerler.
Sabaha kadar dualar okurum gitsinler diye.
Hiçbir şeye inanmadığımı biliyor musunuz?
Aydınlığa olan inancını bile kaybetmiş bir ruh,
sonunu nerelerde arar?
Duvarda sokaktan yansıyan ışığın gölgeleri,
hepsinin birer sureti, her birinin birer hikayesi,
bana kol kanat germekten uzak, tuzaklar kurarlar.
Beynimin içinde böcekler, mırıl mırıl şarkılara eşlik eder.
Göğüs kafesimin derinliklerinde biçare umutsuzluk,
çocukluğumun yenilgileriyle nasıl baş etsin?
Ağır, daha ağır, boğaz köprüsünden atlayan bir et yığınından ağır,
çarptığı su hayat verebilecekken alacak kadar sert.
Meğer her şeyin başladığı yere dönmek de çözüm değilmiş.
Göğüs kafesimin derinliklerinde biçare umutsuzluk,
çocukluğumun yenilgileriyle nasıl baş etsin?
Ağır, daha ağır, boğaz köprüsünden atlayan bir et yığınından ağır,
çarptığı su hayat verebilecekken alacak kadar sert.
Meğer her şeyin başladığı yere dönmek de çözüm değilmiş.
Uyanamadıkça korkmak, bir rüya olduğunu anlamak,
Sinapslarım ulaşmadıkça ayak baş parmağıma, rahatlatmıyor.
Tüm kalelerim zapt edilmiş, tüm tersanelerime girilmiş.
Başbaşa kaldım.
Şeytanlarım
Başucumdaki ışığı açarım,
hala gitmezler.
Gün doğar, kromozomlarımın eril sahibi,
benden mutluluktan örülü satırlar bekler.
Sahibesi alamayacağını bildiğinden bir sigara daha yakar.
Şeytanlarım beni yazamadığım her satırın ucunda bekler.
Aralarda ise nefes almak yaraşır, mecburiyetten.
Gözümden sebebi belirsiz irinler akar.
Sahi, sinagogdan çıkıp kiliseye, oradan camiye dolanan
binbir suratlı kahraman, faili meçhul cinayetlerini
nasıl ve hangi vicdanların altına saklar?
Zerdüşt’ün yaratıcısı bile kendini dahi öldüremedi,
halbuki tüm hayatını bu hayalle geçirmişti,
zavallı bir mikroba yenildi, hem de tanrıyı bile öldürdükten sonra!
Benim şeytanlarım da onunkiler kadar aciz demek,
Fakat benim mikroplarım onunkilerden sağlam.
benden mutluluktan örülü satırlar bekler.
Sahibesi alamayacağını bildiğinden bir sigara daha yakar.
Şeytanlarım beni yazamadığım her satırın ucunda bekler.
Aralarda ise nefes almak yaraşır, mecburiyetten.
Gözümden sebebi belirsiz irinler akar.
Sahi, sinagogdan çıkıp kiliseye, oradan camiye dolanan
binbir suratlı kahraman, faili meçhul cinayetlerini
nasıl ve hangi vicdanların altına saklar?
Zerdüşt’ün yaratıcısı bile kendini dahi öldüremedi,
halbuki tüm hayatını bu hayalle geçirmişti,
zavallı bir mikroba yenildi, hem de tanrıyı bile öldürdükten sonra!
Benim şeytanlarım da onunkiler kadar aciz demek,
Fakat benim mikroplarım onunkilerden sağlam.
Kendimi yeni bir geceye bırakırım.
Yeni diyorsak, dünden önceki, beş yıl sonrakiyle eş.
Sayfa sayfa sonsuz ihtimaller okurum.Yeni diyorsak, dünden önceki, beş yıl sonrakiyle eş.
Göz kapaklarım ağırlaşır.
Misafirlerim de birazdan gelirler.
6 Ocak 2015 Salı
Kar ve Düşüş
Sokak lambasının sarı
ışığı altında
kar tanecikleri ateş böceklerine dönüşmüş.
Masumiyeti kızıla boyayan
ışınların kurbanı,
demir kesici bir
canavarın ağzından yayılan kıvılcımlara bürünmüş.
Buzdan beton yığınlarının
küçücük bir aralığından,
Güllerin şehrine kadar
uzanan bir otobanı seyreylerken
Donmuş uzuvlarımın en
sulusunun seçtikleri bunlar.
Buzdan bir heykel, iki büklüm,
boşuna hilal arıyor gökte.
Yankılanarak bir ses
çarpıyor mermeri saydam yüzüne;
“Bunu bana nasıl yaparsın?”
Uçuç böceklerinden
kendine taç yapmış Persephone,
otobanın tam ortasında yırtınıyor.
Hephaistos kamyonunun
kornasına abanıyor.
Heykelin damarlarına kadından
bir küfür zerkediyor.
Demirci direksiyonu
zamanında kırdı diye kızıyor.
Çığlık çığlığa bir
teslimet bu.
Heykelden başka kimse
varlığını gözlemlemiyor.
Yok oluyor, yeraltının
zoraki kahpesi,
kimse görmediğinden
canını kendi elleriyle alası gelmiyor.
Zift zeminin göze yetişemediği
noktada adım adım kayboluyor.
Ardında cansız bir merak bırakıyor.
Yeraltına yürümüş olmalı,
kıvılcımların göbeğini döllemiş olmalı.
Kıpırdayabilseydi
duygularım, cesetten prensese seslenmek isterdim.
Nar taneciklerini tek tek
ağzına doldurmak, onu beslemek isterdim.
Ona kim, ne yaptıysa
hesabını sormak isterdim.
Fakat ne kar ne
kıvılcımlar suratımda ısınmıyordu.
4 Ocak 2015 Pazar
Boşluklar
Uyumak için gün doğumunu beklemek zorunda kalanlar
kendi kendilerinin gölgeleri olduğunu anlarlar.
Bu boşluğu tarif edebilir miyim?
Bir gölge, zamanda süzülen bir hayalet.
Yeterince uzun bakabilenler,
Yıldızların aynı anda hem hareket halinde olduklarını
hem de hiç kıpırdamadan heykellere taş çıkardıklarını farkederler.
hem de hiç kıpırdamadan heykellere taş çıkardıklarını farkederler.
Doğumdan ölüme akan gökyüzü de böyle,
Sürekli hareket halinde, fakat hep donuk olduğu yerde.
Ölmek bile çözüm değil bu çelişkiye.
Neticede insanın tüm mirası,
bir varoluş durumunun yok oluş durumuna geçmesidir.
Aynı anda hem yaşamak hem ölmek.
Her saniye yaşamak, her saniye ölmek.
Yaşadığını nasıl hissedersin?
Severek?
Korkarak?
Acıyarak?
Kanayarak?
İnanarak?
Hepsinde aynı anda içinde az da olsa ölmez miyim?
Bir başlangıç için bir başlangıçla tentene bir sonuç gerekir. Hikayelerimi
asla sonuca bağlayamıyorum. Kim bilir belki de sebebi budur. Yazdığım ilk cümlelerden
itibaren sonlarını da aynı anda yazmışımdır. Yarımlık, belki boşlukları
anlatabilmek için farketmeden, daha doğrusu mecburen itildiğim bir durumdur.
Hiçlik bencileyn ancak yarımlıklarla anlatılabilir. Belki de Beckett’e olan
tutkumun da sebebi budur.
Yapay bir tutku. Kafamda canlandırdığım için gerçekiğine emin olduğum bir
yanılgı. Emin olduğum için yanılgı olamayacak bir gerçek.
İçini doldurabilmek için ulvi amaçlarını kendilerine anlam bellemiş
dostlara selamlar olsun. Hayatlarınız ne kadar zor! Ben inandığım sürece her
şeyi yaratabileceğime kanaat getirmiş bir inançsızım. Aynı anda hem kendi
kendimin tanrısı, hem kuluyum. Izdırabımın anlamsızlığını gündelik
sıkıntılarımla bezeyen, sonra şımarıklığından utanan bir zavallıyım. Bir
cephede ölmeyi sırf bu yüzden yeğlerdim. Kendi kendime bir davanın ateşinde
gururla öldüğüme inandırmak zorunda kalacaktım. Şimdi kendimi mecbur tuttuğum
tüm zırvalıkların beş para etmezliğine acıyorum. Günde beş vakit kendime vicdan
azabı yaşattırdığım anlar ne güzeldi.
Rahatlayabilmek ne güzeldi. Doğru şeyleri yaptığından emin olmak ne
güzeldi. Şimdiyse gözlerimin seçtiği renklerden bile emin değilim. İçgüdüsel olarak
yaşamaya devam ediyorum. Mecburiyetten yazıyorum. Yazmayı ulvi bir amaç
edinmiştim. Dünyayı böyle değiştirecektim. Kendi dünyamı bile değiştiremiyorum.
Anlamsızlığını itiraf etmiş kelimeleri okumayı kim ister ki? Belki bana
benzeyenler vardır. Belki bana inananlar. Hep bir umut. Hep bir umutsuzluk.
Verilemeyen kararlar yüzünden her saniye nefes almaya devam edişim, bir gün
nasıl olsa kendiliğimden almayı bırakacağımı bildiğim ve bu konuda bir istisna
olmadığı halde.
Bir şiir.
Tık, tık, tık, tık.
Akrep yelkovanın ardında,
duvarda bir sinek hiç kıpırdamıyor.
duvarda bir sinek hiç kıpırdamıyor.
Karşıdan izliyorum olan biten her şeyi.
Duvar beni kendine hapsediyor.
Küller eridikçe anların değiştiğini seziyorum.
Akrep hiç yorulmadan iğnesini gözüme sokuyor.
Akrep hiç yorulmadan iğnesini gözüme sokuyor.
Sinek hiç kıpırdamadan karşıdan beni izliyor.
Şimdi zizek olacaktı burada, objeler diyecekti,
Bakışlar diyecekti, anlamlar içinde ünlenen
Orospulardan bahsedecekti.
Ama yok. Kalın sayfaların ardından ancak okumamı bekliyor.
Üçümüz öylece seyrediyoruz.
Gerçekliğimize dikişler atılıyor.
Bir fotoğrafın, hatta oynayan tüm fotoğrafların
tüm açıları gösteremeyeceğine ne yazık ki
İnanmak durumunda kalıyoruz.
Sinek duvardan düşüyor.
Akrep ihanet peşinde.
Kalbimin atışını dinliyoruz hep beraber.
Tık, tık, tık, tık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)