Sokak lambasının sarı
ışığı altında
kar tanecikleri ateş böceklerine dönüşmüş.
Masumiyeti kızıla boyayan
ışınların kurbanı,
demir kesici bir
canavarın ağzından yayılan kıvılcımlara bürünmüş.
Buzdan beton yığınlarının
küçücük bir aralığından,
Güllerin şehrine kadar
uzanan bir otobanı seyreylerken
Donmuş uzuvlarımın en
sulusunun seçtikleri bunlar.
Buzdan bir heykel, iki büklüm,
boşuna hilal arıyor gökte.
Yankılanarak bir ses
çarpıyor mermeri saydam yüzüne;
“Bunu bana nasıl yaparsın?”
Uçuç böceklerinden
kendine taç yapmış Persephone,
otobanın tam ortasında yırtınıyor.
Hephaistos kamyonunun
kornasına abanıyor.
Heykelin damarlarına kadından
bir küfür zerkediyor.
Demirci direksiyonu
zamanında kırdı diye kızıyor.
Çığlık çığlığa bir
teslimet bu.
Heykelden başka kimse
varlığını gözlemlemiyor.
Yok oluyor, yeraltının
zoraki kahpesi,
kimse görmediğinden
canını kendi elleriyle alası gelmiyor.
Zift zeminin göze yetişemediği
noktada adım adım kayboluyor.
Ardında cansız bir merak bırakıyor.
Yeraltına yürümüş olmalı,
kıvılcımların göbeğini döllemiş olmalı.
Kıpırdayabilseydi
duygularım, cesetten prensese seslenmek isterdim.
Nar taneciklerini tek tek
ağzına doldurmak, onu beslemek isterdim.
Ona kim, ne yaptıysa
hesabını sormak isterdim.
Fakat ne kar ne
kıvılcımlar suratımda ısınmıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder