Bir sahradır içim.
Yirmi dört senedir avare gezer dururdum.
Gündüzleri cayır cayırdım,
geceleri kanım kumdan fırtınalarıma karışırdı.
Seraptan su umma derdi küreği kısa,
ben de üstada uymuştum.
Ufuk çizgimi sınırlarım bilip,
döne döne kavrulmuştum.
Maziden bir hatt-ı istivâ çekmişim kendime,
püripak bir orkidenin açabileceğini unutmuşum.
Bir uyandım ki yirmibeşime,
bir garip saksı çiçeği dolanmış eteklerime.
Ne arasın kayaların perişan olduğu yerde böylesi güzellik?
Nasıl kavgama karışmasın?
Susuzluğa alışıp da vazgeçtiğim sudan ona bulayım diye,
yeniden yola koyuldum.
Derviş olsam bir bakışta anlardım.
Berduşluğumdan alacakaranlığa kaldı umudum.
Gözlerim belli belirsiz seçti,
çenesinin toprağına serili dikenleri.
Bir bitki ki sanırsın devran donsa o akar,
durduğu yerde tek başına güneşe meydan okur,
olur da dünya duruyorum dese kendini yakar da durmaz.
Varsın batsın parmaklarıma iğneleri,
ben kendime yoldaş bulmuşum.
Akacaksa boğazımdan sudan gayrı bir damla,
viran yalnızlığımdan kurtaran zehrinden olsun.
Hem orkidemi de dikerim yardığım göğsüme,
canım yaşatır belki onu daha bir kaç sene.
Eğilip dokundum dudaklarımla,
durması kafiydi ya ben karşılığını da aldım.
İlk alnıma değdi damlalar.
Sonra ellerime, sonra bütün bedenime.
Sol elimin altında kaktüsüm,
semadan sağ elimden süzülenle beslenir oldu.
Tanrı misafirimi yaşatacağım diye,
Yaşam suyuma vakıf oldum.
O gün bu gündür bir vahayız.
Orkidem, kaktüsüm ve ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder