8 Şubat 2015 Pazar

Meyhane - Başlangıç

Salaş bir meyhanenin en ücra masasında oturuyorlardı. Ellerini masanın üzerinde tam bir sorumluluk bilinciyle tutuyorlardı. Bir sigara yakmak için kadın elini çekip elini paketine götürünce adam rahat bir nefes aldı. Rakılarını yudumladılar.
-          Sigara içmenden nefret ettiğimi bile bile yakıyorsun ya şunu...
Kadın adamın gözlerinin içine baka baka derin bir nefes çekti. Müzeyyen Senar’ın sesi bile havayı yumuşatmaya yetmiyordu. İkisi de biraz sonra edileceği belli olan bir teklifin huzursuzluğunu yaşıyordu. Daha doğrusu adam heyecanını, kadın paniğini soluyordu. Rakısından bir yudum daha aldı, dilinin ucunda gezdirdi ve ciğerlerini keşfedip boğazını yakmasına izin verdi. Sonra hemen iki masa arkalarındaki duvara asılmış bir tabloya gözü ilişti.
-          Beni dinlemiyorsun.
Bir tartışmaya daha hali kalmadığından sevgilisi diye hitap ettiği adamı can kulağıyla dinliyormuş gibi yapıyordu. Suratında kocaman bir gülümseme ve donuk olduğu tanıdık bir ruhça görülmese asla anlaşılamayacak ela gözleriyle arada sırada başını sallıyor, bir an önce eve gidip uyumak istiyordu. Adamın biraz daha konuşup tamamen kendi bilinç akışına kaptırmasını bekledi ve yakalanmayacağını anladığı an tabloyu daha yakından incelemeye başladı. Bıyıklı güleç bir genç adam elinde bir misina tutuyordu. Deniz arkada bir gri fondan başka bir şey değildi. Bir manzaradan daha güzel bir yüz daha önce hiç görmemişti. Siyah beyaz bu tablodaki adamı mutlaka tanıyordu. Fakat nereden?
Tablonun hemen altındaki masada oturan çift huzursuzlanmaya başlamıştı. Belli ki adam bu kadının kendisini izlediği izlenimine kapılmıştı. Kadın utanarak yeniden bakışlarını sevgilisine çevirdi. Bu sırada tablonun altında düğün hazırlıkları yapıldığının pekiala bilince değildi. Tek görebildiği kendi oturduğu masanın bir yansımasıydı. Nerede görse merhametten yürüyen ve tek tarafın çıkarlarına dayalı bir ilişkiyi tanıyabilirdi. Oturduğu yerden bile tabloya yüzü dönük kadının sesini duyabiliyordu.
-          ...sonra kuzenimle Ayhan’ın aynı masada oturmasını istemiyorum. Bir de kesinlikle çiçekler kırmızı olacak. Beni dinle. Dinliyor musun? Bak, gelinliğin etrafına kırmızı kurdele hayatta takamam. Pembe olacak. Koyu pembe, neyse ben sana gösteririm, sen alırsın. Ha dikkat et, masadaki örtülerle aynı ton pembe olacak. Sandalyeler de daha giydirilecek. Bir de davetiyeler var. Hep ben koşturuyorum zaten. Oh ne güzel sen de oturduğun yerden keyfini çıkar.
Yüzü hesap cüzdanına dönüşmüş tabloya sırtı dönük adam başını kaldırıp kendini affettirmek ister gibi iki masa ötedeki kadının gözlerinin içine bakıyordu. Bir an için gülümsediğini görür gibi oldu. Belki de dudakları seğirmişti. Kadının tabloyu incelediğini farkedince parmakları yüzüğüyle oynarken arkasına doğru baktı. Gülümsedi ve önüne döndü. Bu o akşam kadına attığı son bakıştı.
Kadın beyaz peynirden bir çatal alıp rakısına altlık yaptı. Yeniden dikkatini sevgilisine yönlendirmişti. Son anda yakaladı kelimeleri:
-          ...işte tüm bunlar yüzünden seni çok seviyorum. Benimle evlenir misin?
Beklediği bir teklife neden bu kadar şaşırdığına kendi dahi anlam veremiyordu. Kendine söz hakkı tanınmayan bu monoloğun başını kaçırdığına üzülüyordu. Bir yandan da ne kadar bencil olduğunu düşünüyordu. Kendisini bu kadar çok seven birine nasıl haksızlık edebilirdi? Hayatını kendisine adamak isteyen bir adama nasıl hayır diyebilirdi. Elleri titreyerek adamın elini sardı. Sonra gözü sağ elindeki yaralara kaydı. Bir kaç hafta önce yine her akşam ettikleri bir kavganın yeni yeni solmakta olan izleri. Daha sonra kollarından yukarıya kendini incelemeye başladı. Küllüğe çevirdiği kollarına ağır ağır baktı ve gözlerinin önüne bir başka tablo geldi.
Annesiyle babası fotoğrafta öyle mutlular ki! Babası annesini sırtına almış şehrin göbeğinde kahkaha atarak koşuyor. İkisi de kendinden geçmişler. Genç, sağlıklı, mutlu ve önlerinde kocaman bir gelecek var!
Bu tablonun son zamanlardaki halinden geriye kendi zihininde bir türlü dolduramadığı karanlık boşluklar kalmıştı. Annesinin bir avuç dolusu hapla kardeşi ve kendisinden özür dileyerek gülümsemesi, ve daha sonra bir boşluk.
Elektrik çarpmış gibi elini geri çekti.
-          Yapamam. Yapamam. Gitmem gerek. Çok özür dilerim. Özür dilerim. Seni asla unutmayacağım.
Oysa ne kadar çabuk unutacağını öyle iyi biliyordu ki. Daha on saniye önce kendine aşık olduğunu iddia eden adamın arkasından ağzına ne laflar alacağını öyle iyi biliyordu ki. Ne kadar çabuk bu aşkın öfkeye ve lanetlere dönüşeceğini bilmesine rağmen şaşırıyordu. Bir saniye önce tutukluydu. Şimdiyse özgür! Özgür! Tekrar mahkum olma pahasına koşarak meyhaneden çıkmadan önce durup mutfağa girdi ve garsondan bir ricada bulundu.
-          Duvarda asılı olan tabloyu bir şekilde alma imkanım var mı? Buna nasıl ihtiyacım olduğunu bilemezsiniz. Ne olur. Garip biliyorum ama bana yardım etmelisiniz. Hem de hemen.
Donakalmış bir sevgiliyi masada öylece bırakmasına aldırmadan garsonların olduğu mutfağın zeminine çökmüş bekliyordu. Ağlıyordu, fakat mutluluktan. Uzun zamandır bitkisel hayatta yaşıyormuş da şimdii hayatın anlamını keşfetmiş gibi ağlıyordu. Mutfaktan içeri garsonun değil de tablonun altında oturan adam girince nefesi kesildi.
-          Anlaşılan portremi istiyormuşsunuz?
Normalde laf ebeliğinden muzdarip kadın söyleyecek hiçbir şey bulamıyordu.
-          Bana isminizi söylerseniz, seve seve size verebilirim. Gerçi daha önce kimsenin dikkatini bile çekmemişti. Neden almak istediniz?

Kadın yalnızca ayağa kalkıp adamın elini tutabildi. Uzun ve bir ömür kadar süren bir öpücükle tabloyu aldı ve meyhaneyi terketti. Her şey daha yeni başlıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder