Salaş bir meyhanenin en ücra masasında oturuyorlardı. Ellerini
masanın üzerinde tam bir sorumluluk bilinciyle tutuyorlardı. Bir sigara yakmak
için kadın elini çekip elini paketine götürünce adam rahat bir nefes aldı.
Rakılarını yudumladılar.
-
Sigara içmenden nefret ettiğimi bile bile
yakıyorsun ya şunu...
Kadın adamın gözlerinin içine baka baka derin bir nefes
çekti. Müzeyyen Senar’ın sesi bile havayı yumuşatmaya yetmiyordu. İkisi de
biraz sonra edileceği belli olan bir teklifin huzursuzluğunu yaşıyordu. Daha
doğrusu adam heyecanını, kadın paniğini soluyordu. Rakısından bir yudum daha
aldı, dilinin ucunda gezdirdi ve ciğerlerini keşfedip boğazını yakmasına izin
verdi. Sonra hemen iki masa arkalarındaki duvara asılmış bir tabloya gözü
ilişti.
-
Beni dinlemiyorsun.
Bir tartışmaya daha hali kalmadığından sevgilisi diye hitap
ettiği adamı can kulağıyla dinliyormuş gibi yapıyordu. Suratında kocaman bir
gülümseme ve donuk olduğu tanıdık bir ruhça görülmese asla anlaşılamayacak ela
gözleriyle arada sırada başını sallıyor, bir an önce eve gidip uyumak
istiyordu. Adamın biraz daha konuşup tamamen kendi bilinç akışına kaptırmasını
bekledi ve yakalanmayacağını anladığı an tabloyu daha yakından incelemeye
başladı. Bıyıklı güleç bir genç adam elinde bir misina tutuyordu. Deniz arkada
bir gri fondan başka bir şey değildi. Bir manzaradan daha güzel bir yüz daha
önce hiç görmemişti. Siyah beyaz bu tablodaki adamı mutlaka tanıyordu. Fakat
nereden?
Tablonun hemen altındaki masada oturan çift huzursuzlanmaya
başlamıştı. Belli ki adam bu kadının kendisini izlediği izlenimine kapılmıştı.
Kadın utanarak yeniden bakışlarını sevgilisine çevirdi. Bu sırada tablonun
altında düğün hazırlıkları yapıldığının pekiala bilince değildi. Tek
görebildiği kendi oturduğu masanın bir yansımasıydı. Nerede görse merhametten
yürüyen ve tek tarafın çıkarlarına dayalı bir ilişkiyi tanıyabilirdi. Oturduğu
yerden bile tabloya yüzü dönük kadının sesini duyabiliyordu.
-
...sonra kuzenimle Ayhan’ın aynı masada
oturmasını istemiyorum. Bir de kesinlikle çiçekler kırmızı olacak. Beni dinle.
Dinliyor musun? Bak, gelinliğin etrafına kırmızı kurdele hayatta takamam. Pembe
olacak. Koyu pembe, neyse ben sana gösteririm, sen alırsın. Ha dikkat et,
masadaki örtülerle aynı ton pembe olacak. Sandalyeler de daha giydirilecek. Bir
de davetiyeler var. Hep ben koşturuyorum zaten. Oh ne güzel sen de oturduğun
yerden keyfini çıkar.
Yüzü hesap cüzdanına dönüşmüş tabloya sırtı dönük adam
başını kaldırıp kendini affettirmek ister gibi iki masa ötedeki kadının gözlerinin
içine bakıyordu. Bir an için gülümsediğini görür gibi oldu. Belki de dudakları
seğirmişti. Kadının tabloyu incelediğini farkedince parmakları yüzüğüyle
oynarken arkasına doğru baktı. Gülümsedi ve önüne döndü. Bu o akşam kadına
attığı son bakıştı.
Kadın beyaz peynirden bir çatal alıp rakısına altlık yaptı.
Yeniden dikkatini sevgilisine yönlendirmişti. Son anda yakaladı kelimeleri:
-
...işte tüm bunlar yüzünden seni çok seviyorum.
Benimle evlenir misin?
Beklediği bir teklife neden bu kadar şaşırdığına kendi dahi
anlam veremiyordu. Kendine söz hakkı tanınmayan bu monoloğun başını kaçırdığına
üzülüyordu. Bir yandan da ne kadar bencil olduğunu düşünüyordu. Kendisini bu
kadar çok seven birine nasıl haksızlık edebilirdi? Hayatını kendisine adamak
isteyen bir adama nasıl hayır diyebilirdi. Elleri titreyerek adamın elini sardı.
Sonra gözü sağ elindeki yaralara kaydı. Bir kaç hafta önce yine her akşam
ettikleri bir kavganın yeni yeni solmakta olan izleri. Daha sonra kollarından
yukarıya kendini incelemeye başladı. Küllüğe çevirdiği kollarına ağır ağır
baktı ve gözlerinin önüne bir başka tablo geldi.
Annesiyle babası fotoğrafta öyle mutlular ki! Babası
annesini sırtına almış şehrin göbeğinde kahkaha atarak koşuyor. İkisi de
kendinden geçmişler. Genç, sağlıklı, mutlu ve önlerinde kocaman bir gelecek
var!
Bu tablonun son zamanlardaki halinden geriye kendi zihininde
bir türlü dolduramadığı karanlık boşluklar kalmıştı. Annesinin bir avuç dolusu
hapla kardeşi ve kendisinden özür dileyerek gülümsemesi, ve daha sonra bir
boşluk.
Elektrik çarpmış gibi elini geri çekti.
-
Yapamam. Yapamam. Gitmem gerek. Çok özür
dilerim. Özür dilerim. Seni asla unutmayacağım.
Oysa ne kadar çabuk unutacağını öyle iyi biliyordu ki. Daha
on saniye önce kendine aşık olduğunu iddia eden adamın arkasından ağzına ne
laflar alacağını öyle iyi biliyordu ki. Ne kadar çabuk bu aşkın öfkeye ve
lanetlere dönüşeceğini bilmesine rağmen şaşırıyordu. Bir saniye önce
tutukluydu. Şimdiyse özgür! Özgür! Tekrar mahkum olma pahasına koşarak
meyhaneden çıkmadan önce durup mutfağa girdi ve garsondan bir ricada bulundu.
-
Duvarda asılı olan tabloyu bir şekilde alma
imkanım var mı? Buna nasıl ihtiyacım olduğunu bilemezsiniz. Ne olur. Garip
biliyorum ama bana yardım etmelisiniz. Hem de hemen.
Donakalmış bir sevgiliyi masada öylece bırakmasına
aldırmadan garsonların olduğu mutfağın zeminine çökmüş bekliyordu. Ağlıyordu,
fakat mutluluktan. Uzun zamandır bitkisel hayatta yaşıyormuş da şimdii hayatın
anlamını keşfetmiş gibi ağlıyordu. Mutfaktan içeri garsonun değil de tablonun
altında oturan adam girince nefesi kesildi.
-
Anlaşılan portremi istiyormuşsunuz?
Normalde laf ebeliğinden muzdarip kadın söyleyecek hiçbir
şey bulamıyordu.
-
Bana isminizi söylerseniz, seve seve size
verebilirim. Gerçi daha önce kimsenin dikkatini bile çekmemişti. Neden almak
istediniz?
Kadın yalnızca ayağa kalkıp adamın elini tutabildi. Uzun ve
bir ömür kadar süren bir öpücükle tabloyu aldı ve meyhaneyi terketti. Her şey
daha yeni başlıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder