Kelimeler eriyip kalıplara dökülüyor.
Kalıplar kırık dökük, çirkin.
Çatlaklarından kan sızıyor.
Kalıplar birbirinin aynı, süslü.
Bir kere ağzını açman yeterli.
Bazen tüm kalıplara yakışırsın.
Hak etmediğini düşünmen yetersiz.
Bazen tüm doğrulara rağmen,
senin çatlakların görünmez kalamaz.
Eziyetin bitemez.
Görülen görünmez kılınamaz.
Kelimeler donup kalıyor.
İçlerine girdikleri kaplar onları kusuyor.
Bulantı kadar doğal, rahatlatıcı,
ağzını açamadığın kadar.
Affedilmeyi beklerken kırılmak kadar yüzsüz.
Kelimeler koşup seni boğuyor.
Anlaşılmak, namütenahi,
eriyerek yok olmak mümkün.
Hali hazırda binlerce kelimeyi yutmuş bir elektronik mezarlığa ben de kendiminkileri gömüyorum. Değil mi ki hatırlanmak hayatta kalmaktır, ruhları okundukça huzur bulacağım.
13 Kasım 2016 Pazar
Başkalarının Kelimeleri
Kelimeler kalıplara eriyerek dökülürler.
Derdin altı hiç yakılır mı?
Hiç söner mi?
Tırnaklarını bıraktığın bu hayattan hiç soluksuz kaçılır mı?
Durulur mu?
Sorular, sorular.
Tüm cevapları karanlığa saklamışlar.
Saklanan tüm yaşlar,
aleni, çıplak, aciz, komik.
Bir palyaçonun makyajında,
ayan beyan, tahrik edici,
gözümün içine saplanan iğneler gibi,
gerçekler acıtmaz, savaşta yaralanan askerler gibi,
bir beşiğin pamuk rahatında tırnağı kesilen bebekler gibi.
Bazı bebekler daha özeldir.
Kimi bebekler yere düştüğünde anneleri benlik sarhoşluğuyla ağlar.
Kimi bebekler yere düştüğünde anneleri zafer sarhoşluğuyla güler.
Benim bebeğim düşse de ölmez,
güveniyle hayatına rahat rahat devam eder.
Bebeğin seçim hakkı var mı?
Olsaydı, annesiz doğardı, şüphesiz.
Doğa gibi, anne gibi, baba gibi, kelepçeler gibi,
kelimelerde çözüm.
Hiçbirine alışamıyor bebek, ne güzel.
Her seferinde arzusunun nesnesine koşuyor.
Bu süt bizi zehirliyor.
Her güldüğünde bereketiyle ardından çürütüyor.
Süt, yaşam.
Yaşam, nefes.
Nefes, darlığı gerektirir.
Hani bize hiç açıklık yok mu?
Derdin altı hiç yakılır mı?
Hiç söner mi?
Tırnaklarını bıraktığın bu hayattan hiç soluksuz kaçılır mı?
Durulur mu?
Sorular, sorular.
Tüm cevapları karanlığa saklamışlar.
Saklanan tüm yaşlar,
aleni, çıplak, aciz, komik.
Bir palyaçonun makyajında,
ayan beyan, tahrik edici,
gözümün içine saplanan iğneler gibi,
gerçekler acıtmaz, savaşta yaralanan askerler gibi,
bir beşiğin pamuk rahatında tırnağı kesilen bebekler gibi.
Bazı bebekler daha özeldir.
Kimi bebekler yere düştüğünde anneleri benlik sarhoşluğuyla ağlar.
Kimi bebekler yere düştüğünde anneleri zafer sarhoşluğuyla güler.
Benim bebeğim düşse de ölmez,
güveniyle hayatına rahat rahat devam eder.
Bebeğin seçim hakkı var mı?
Olsaydı, annesiz doğardı, şüphesiz.
Doğa gibi, anne gibi, baba gibi, kelepçeler gibi,
kelimelerde çözüm.
Hiçbirine alışamıyor bebek, ne güzel.
Her seferinde arzusunun nesnesine koşuyor.
Bu süt bizi zehirliyor.
Her güldüğünde bereketiyle ardından çürütüyor.
Süt, yaşam.
Yaşam, nefes.
Nefes, darlığı gerektirir.
Hani bize hiç açıklık yok mu?
9 Kasım 2016 Çarşamba
Sanıyorum
Sanıyorum,
duygularım kendilerini bir ağaca asıvermiş.
Hep gülersin de soldu mu ağaç, öldürmeye yetişemez.
Üç soluk mu dumandan ya da dört?
Sanıyorum,
duygularım kendilerini bir tepeden atıvermiş.
Bir yüzüğe anlam atfetmem.
Ancak sonsuzluğa atfettiğim anlam kadar, mesela,
tüm gerçekliklerin içiçe geçmesi gibi,
gözden yaşın hem karanlıktan hem renkten akması gibi,
tüm benliğimizi birleştirebildiğimiz kadar.
Sanıyorum,
anlamlar benim ağladığım kadar.
Benden çıkma zorluğu cehenneme giden yol kadar.
Nereye gider ruhum eğer canlıysa?
Sanıyorum,
kırmak, yeni içinde bıraktığın kadar.
duygularım kendilerini bir ağaca asıvermiş.
Hep gülersin de soldu mu ağaç, öldürmeye yetişemez.
Üç soluk mu dumandan ya da dört?
Sanıyorum,
duygularım kendilerini bir tepeden atıvermiş.
Bir yüzüğe anlam atfetmem.
Ancak sonsuzluğa atfettiğim anlam kadar, mesela,
tüm gerçekliklerin içiçe geçmesi gibi,
gözden yaşın hem karanlıktan hem renkten akması gibi,
tüm benliğimizi birleştirebildiğimiz kadar.
Sanıyorum,
anlamlar benim ağladığım kadar.
Benden çıkma zorluğu cehenneme giden yol kadar.
Nereye gider ruhum eğer canlıysa?
Sanıyorum,
kırmak, yeni içinde bıraktığın kadar.
5 Mayıs 2016 Perşembe
Güneş, Ay
Benim en iyi oyun arkadaşım karanlık
sanırdım.
Kimselere göstermez,
hep çenemin altındaki kafesimde saklardım.
Neredeyse bir yıl olacak en iyi arkadaşımı
satalı,
fakat biliyorum, o beni anlayışla
karşılardı,
aydınlık çok çekici bir tuzaktı.
Tuzak dediysem,
yakalanmak bazı anlar esaret anlamına
gelmez.
Esrarlı fakat esaslı bir esrikliğin
esamesini görünce,
siz de beni anlarsınız.
Ben kopyanın kopyasıyken,
birdenbire aslını buldum.
Her şeyimi anlattım sandım aydınlığa,
o çoktan anlatamadıklarımı biliyordu.
Gün oldu güneş nasıl uzaklaşır bazen
dünyadan,
hani hades kıskanır da geri alır canını
doğanın,
bir kaç uzun geceliğine,
işte öyle azıcık uzaklara kaçtı aydınlığım,
beni
eski dostumun tanıdık sahnesiyle başbaşa bıraktı.
Bırakmadı da, oyun arkadaşım beni biraz
özlemişti.
Ben de onu küçükken sevmesem bile
sırf kırmızısı çok parlak olduğu için
yediğim elma şekerlerinin tadı gibi
tanıdık, tatlılıktan acı, dudaklarımı
birbirine yapıştıran bir diş ağrısıyla karşıladım.
Karanlık benimle alay ediyor şimdilerde,
ama bu okula gitmeyi sevdiğim halde her
sabah istifra etmem gibi bir alay.
Kırık dökük Türkçemle kafa bulan yeni sınıf
arkadaşlarımla bir gün kanımın son damlasına kadar anlaşılabilmek için
sarfettiğim güçten sonra üzerime oturan karakterim gibi artık başedebildiğim
gibi bir yenik düşme hali. Gün bahara dönmekten kaçamayacaksa aydınlığım da
dünyanın etrafında bir koşup bana geri gelecek biliyorum.
Çocukluk arkadaşım da biliyor.
bu yüzden biz hepimiz kafesimin üzerine
örtülecek ışığı bekliyoruz,
karanlığım yeniden uyuyabilsin diye.
Biliyoruz. Benim buzu yalarken dilin
yapıştığında duyduğun sancıyla eş çok dostum var kafamın içinde. hepimiz
birbirimizi nefretle seviyoruz.
Emin olduğumuz tek şey aydınlığımıza tüm
benliğimizle aşık olduğumuz.
ve bunun hatrına aydınlık hiç gelmese bile
olur, fakat geldiğinde işte o zaman
ailemin en sevdiğim büyüklerinin hala nefes
aldığı bayramlarda gelecekten herkesin habersiz olduğu ve hatırdan değil
gönülden gülündüğü, bisiklet sürmeye göz dikebildiğin yaşta gurbetten gelip de
ilk bayram harçlığını aldığındaki mutlulukla dolarız.
O zamana kadar eski dostumla ben birer
sigara içip uyuyacağız,
Günaydın diyenimiz aydınlığımız olana
kadar.
Seni seviyorum hayatım... sonsuzluğu aklın
almadığı yere kadar.
1 Mayıs 2016 Pazar
Söz
Sözün kanadını kırmışlar da yazıya dönmüş.
Kadın da yorulmuş insanları kını bellemiş,
içlerini yarmış, bedenlerine sığamamış.
Doğurduğu tüm çocuklar azarlandıktan sonra
mahzun mahzun bakakalmamışlar.
İntikamlarını hep gündoğumuna gizlemişler.
Vakit gelmiş yazı şımarmış,
gitmiş gecelere sarmalanmış.
Mürekkebini akıtacağı yeri hep yanlış
seçmiş.
Sınırlarını aramış, bulduğu bekçi ışıkmış,
dinleyecek gibi olmuş, ama göz bebekleri kamaşmış.
Korkularından kendilerine bir ana bir de
baba yapmışlar.
Hemen onlardan kaçmışlar.
Hattı hududu belli ebeveyn mi olurmuş?
Kimin dokuduğu, kimin okuduğu belli
olsaymış,
söz ölmese de olurmuş.
Anlam diye ağlayarak ana saymışlar.
Yokluk diye sevinerek peder sanmışlar.
Elele vermiş karanlığa gömülmüşler.
Rahat edememiş bir yılanın ağzında
rahimlerine geri yüzmüşler.
Nefes alınamayan, dert anlatılamayan bir
günün öncesinde,
böylelikle doğmuş söz,
ancak yazıyla ölebilmek için.
4 Mart 2016 Cuma
Kalabalık bir sokakta karşılaşılanlar
Yaşlı orospular görüyorum,
ve yaşlı olmayan orospular.
Aradaki tek farkın zaman olmasını midem kaldırmıyor.
Erkekler görüyorum,
ve kadınlar,
hem erkek hem kadın olanlar,
ne erkek ne kadın olanlar,
insanlar diyeceğim dilim varmıyor,
aralarında yalnızca yaşamaya devam etmek zorunda olanlar var.
Ne zaman üzülsem aklımdan şiirler geçer.
Bazılarını yazarım,
bazıları buruşmuş bir kancığın kıçına benzer.
Maalesef benim duygularım yok,
fakat gözlerim gayet iyi seçer.
Hiçbir şair gözlere muhtaç olmamalı fikrimce.
Yerüstünden yazılan notlar öyle edebi gelmiyor kulağa,
öyle değil mi?
Ama yolda karşılaştıklarında benim de önümden çekilmiyorlar.
ve yaşlı olmayan orospular.
Aradaki tek farkın zaman olmasını midem kaldırmıyor.
Erkekler görüyorum,
ve kadınlar,
hem erkek hem kadın olanlar,
ne erkek ne kadın olanlar,
insanlar diyeceğim dilim varmıyor,
aralarında yalnızca yaşamaya devam etmek zorunda olanlar var.
Ne zaman üzülsem aklımdan şiirler geçer.
Bazılarını yazarım,
bazıları buruşmuş bir kancığın kıçına benzer.
Maalesef benim duygularım yok,
fakat gözlerim gayet iyi seçer.
Hiçbir şair gözlere muhtaç olmamalı fikrimce.
Yerüstünden yazılan notlar öyle edebi gelmiyor kulağa,
öyle değil mi?
Ama yolda karşılaştıklarında benim de önümden çekilmiyorlar.
İşgüzar
İçimde saklı bir şeytanlık,
nedametten saraylar yaptım da kendime,
kimi davet etsem haksızlık.
Kapkaranlık suratımda öfkeden ak küller,
beyazlarım yoluna yağıyor,
siyahlarım hep nazarlık.
Harflerimi damağıma yapıştırdım.
Lal olacağım diye lav akıttım dimağımdan.
Yerin gözümde cennet,
Yerim gözümde cehennem,
Yüzünü dökse yüzü olurum,
yüzüm noksansa azarlık.
Ben hep hakka taparım,
haksa bana teslim olacağına ölmeyi yeğler.
Benim adım safi işgüzarlık.
Mevsimim hep güz, işim yazarlık.
Konuşsam kekemelik, yazsam kasaplık.
Dizelerim bile bulutlu, halbuki bana bir sen aydınlık.
Sen de bana fırtınaysan,
sonum ancak allahlık.
nedametten saraylar yaptım da kendime,
kimi davet etsem haksızlık.
Kapkaranlık suratımda öfkeden ak küller,
beyazlarım yoluna yağıyor,
siyahlarım hep nazarlık.
Harflerimi damağıma yapıştırdım.
Lal olacağım diye lav akıttım dimağımdan.
Yerin gözümde cennet,
Yerim gözümde cehennem,
Yüzünü dökse yüzü olurum,
yüzüm noksansa azarlık.
Ben hep hakka taparım,
haksa bana teslim olacağına ölmeyi yeğler.
Benim adım safi işgüzarlık.
Mevsimim hep güz, işim yazarlık.
Konuşsam kekemelik, yazsam kasaplık.
Dizelerim bile bulutlu, halbuki bana bir sen aydınlık.
Sen de bana fırtınaysan,
sonum ancak allahlık.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)