Kelimeler kalıplara eriyerek dökülürler.
Derdin altı hiç yakılır mı?
Hiç söner mi?
Tırnaklarını bıraktığın bu hayattan hiç soluksuz kaçılır mı?
Durulur mu?
Sorular, sorular.
Tüm cevapları karanlığa saklamışlar.
Saklanan tüm yaşlar,
aleni, çıplak, aciz, komik.
Bir palyaçonun makyajında,
ayan beyan, tahrik edici,
gözümün içine saplanan iğneler gibi,
gerçekler acıtmaz, savaşta yaralanan askerler gibi,
bir beşiğin pamuk rahatında tırnağı kesilen bebekler gibi.
Bazı bebekler daha özeldir.
Kimi bebekler yere düştüğünde anneleri benlik sarhoşluğuyla ağlar.
Kimi bebekler yere düştüğünde anneleri zafer sarhoşluğuyla güler.
Benim bebeğim düşse de ölmez,
güveniyle hayatına rahat rahat devam eder.
Bebeğin seçim hakkı var mı?
Olsaydı, annesiz doğardı, şüphesiz.
Doğa gibi, anne gibi, baba gibi, kelepçeler gibi,
kelimelerde çözüm.
Hiçbirine alışamıyor bebek, ne güzel.
Her seferinde arzusunun nesnesine koşuyor.
Bu süt bizi zehirliyor.
Her güldüğünde bereketiyle ardından çürütüyor.
Süt, yaşam.
Yaşam, nefes.
Nefes, darlığı gerektirir.
Hani bize hiç açıklık yok mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder